Yavuz sondaj gemisi

Türkiye Akdeniz ve Ortadoğu’da ne istiyor?

Türkiye, geçtiğimiz yılın Mayıs ayı başlarında, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs açıklarında petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına başladı. (Güney) Kıbrıs ve Yunanistan, sondaj faaliyetlerinin Kıbrıs’ın kıta sahanlığının ve deniz yetki alanlarının ihlâli olduğunu iddia ederken, Ankara ise ‘münhasır ekonomik bölgesi’ olarak addettiği bölgedeki sondaj çalışmalarına ara verilmeyeceğini ilan etti.

Türkiye kendi karasularında, Antalya ve Mersin açıklarında yaptığı sondaj çalışmalarında ciddi bir petrol ve gaz rezervine rastlanmaması üzerine, sadece kendisinin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile bir dizi anlaşma gerçekleştirdi. Bu anlaşmalara istinaden KKTC Türklerinin haklarını savunmak adına Doğu Akdeniz’de ihtilaflı bölgelerde de sondaj faaliyetlerine başladı.

(Güney) Kıbrıs, 2007’nin başında Türkiye’nin BM nezdinde itirazlarına rağmen 13 adet arama sahası ilan etti ve büyük petrol şirketlerine ruhsat verme aşamasına geçti. Buna karşılık Türkiye, Doğu Akdeniz’de kendi ekonomik bölgesinde Kuzey Kıbrıs’ta adanın kuzeyi ve doğusunda belirlediği bölgelerde TPAO’ya arama ruhsatları verdi.

Kıbrıs’ın 13 parselinden 1, 4, 5, 6 ve 7 no’lu parsellerin bir bölümü, Türkiye’nin TPAO’ya ruhsat verdiği bloklarla kesişiyor. 3 no’lu parsel ise Kuzey Kıbrıs’ın TPAO’ya verdiği ayrıcalıklı alan ile kesişiyor.

Doğu Akdeniz’de toplam doğal gaz rezervinin 300 trilyon fit küp olduğu tahmin ediliyor. Böylelikle Akdeniz dünyanın ikinci en büyük doğal gaz rezervini barındırıyor.

Türkiye’nin, Akdeniz’de dışlanmaya itiraz ederek, sondaj gemilerini ihtilaflı bölgeye göndermesi, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve bölgedeki ülkelerden tepki gördü. Mısır, (Güney) Kıbrıs, Yunanistan, İtalya, Ürdün, Filistin ve İsrail bir araya gelerek; Kahire merkezli Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu (DAGF) oluşturdu.

DAGF’nin kuruluş amacının ve ana hedefinin;  dünya piyasalarındaki arz ve talebi sağlamak,  altyapı maliyetini rasyonelleştirerek, rekabetçi fiyatlarla üye ülkelerin çıkarlarına hizmet edecek bölgesel bir gaz piyasasının kurulması olduğu belirtildi. Tüketici ya da geçiş ülkelerinden herhangi birinin foruma daha sonra da üye olabileceği kaydedildi.

Buna karşılık Türkiye, emri vaki yaparak bölgedeki zengin rezervlerden faydalanmanın yollarını aradı. Türk donanmasına ait savaş gemileri, bölgede sondaj faaliyeti yürüten uluslararası şirketlerin gemilerini taciz etti. Türkiye sondaj ve arama faaliyetleri hamlesinin ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Libya Ulusal Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz es-Serrac arasında 27 Kasım 2019’da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nı imzaladı. Anlaşma TBMM de onaylandı. Türkiye ile Libya Hükümeti arasında ayrıca bir dizi savunma anlaşması da imzalandı. Böylelikle Türkiye’nin sadece Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ile ilgili değil Libya’nın geleceğinde söz sahibi olarak bölgede daha etkin olma hedefinin olduğu görüldü. Ancak bu hamleler zaten gergin olan Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini daha da germiş oldu.

Ankara, Serrac Hükümeti ile yaptığı anlaşmalarla Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de kendisini dışlayan projelere karşı kararlı bir duruş sergileyeceğini gösterdi.

Türkiye-Libya anlaşmasının temelinde ise ekonomik çıkarlar yatıyor, şöyle ki; Türk Hükümeti savunma anlaşmasının ön şartı olarak ‘deniz yetki alanlarının sınırlandırılması’ ve müşterek petrol ve doğal gaz arama yapılması’ şartlarını ileri sürdü. Trablus’ta kuşatılmış olan Serrac Hükümeti de anlaşma yapmak zorunda kaldı.

Türkiye, Libya ile yaptığı bu anlaşmalarla kendisini dışlayan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na (DAGF) itiraz geliştirebildi.

Nitekim bu anlaşma doğudaki Mısır, (Güney) Kıbrıs, İsrail ve Filistin ile batıdaki İtalya ve Yunanistan’ın ilişkisini bölmek anlamına geliyordu.  Ayrıca İsrail, Yunanistan ve (Güney) Kıbrıs’ın üzerine uzlaştığı EastMed boru hattı projesini de tehdit eder nitelikteydi. Bu süreçte Türkiye Libya ile yaptığı anlaşmaya istinaden Güney Kıbrıs dışındaki ülkelerle de benzer anlaşmalar yapmaya hazır olduğunu ilan etti. Nitekim Türkiye, Libya ile yaptığı anlaşmanın kendisini Akdeniz’in batı bekçisi konumuna getirdiğini düşünüyordu.

Sonuç olarak Türkiye kendi karasularında ve deniz yetki alanında petrol ve doğal gaz rezervi bulamayınca, uluslararası sulara açıldı ve Libya ile anlaşma yaparak, kendisini dışlayan bölgesel ittifakların planlarını boşa çıkarmayı hedefledi.

Böylelikle tüm dünyanın önemsediği  Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon enerji kaynaklarına ortak olmak için maceracı bir yaklaşımda bulundu.

Türkiye aynı zamanda burada bulunacak kaynakların kendisi üzerinden Avrupa’ya taşınmasını da planlıyor.

Ancak bu gerekçelerin tümü, Türkiye’deki muhalefete göre; Cumhurbaşkanı Erdoğan ve milliyetçi müttefikinin dış siyasetine damgasını vuran, ‘mavi vatan’ olarak adlandırdıkları Akdeniz’de hâkimiyet kurmak isteyen ideolojik yaklaşımını da yok saymamızı gerektirmez.

Erdoğan, Libya hükümeti ile yaptığı anlaşma çerçevesinde bu ülkeye gönderdiği askerlerinden, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kaptan-ı Derya sıfatlı Barbaros Hayreddin Paşa gibi destanlar yazmasını istedi. Resmi tamamlamak adına; Türkiye’nin Akdeniz’e gönderdiği sondaj gemilerinden birinin adı Fatih Sultan Mehmet’e atıfla ‘Fatih’, ikincisinin adı Akdeniz’e hakimiyet kuran Barbaros Hayreddin Paşa’ya atıfla ‘Barbaros’ üçüncüsünün adı da Ortadoğu’ya hakimiyet kurmuş Osmanlı Sultan’ı Yavuz Selim’e atıfla ‘Yavuz’ konulmuştu.

Uluslararası hukuk uzmanları, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki adımlarının uluslararası deniz yasalarını ihlal ettiğini söylüyor. Türkiye henüz 1982’de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni (BMDHS) imzalamadı.

BMDHS’ye göre; Her devlet karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahiptir; bu genişlik tesbit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez.

Münhasır ekonomik bölge de, karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz milinin ötesine uzanmayacaktır. Münhasır bölgede balıkçılık ve sondaj faaliyetleri yapılabilir. İki ülke sınırlarının toplam mesafesi 424 milden daha az olması durumunda da bir ayrım hattı yani deniz sınırı üzerinde anlaşma yapılması gerekir. Bu sözleşme ayrıca Kıbrıs örneğinde olduğu gibi ada haklarını da korumaktadır.

Türkiye’nin 1974 yılında işgal ettiği ve KKTC olarak tanınan bölge ile yaptığı anlaşma çerçevesinde BMDHS kurallarını esnetmeyi hedeflediği bilinmektedir. Ancak Avrupa Birliği’ne üye ve BM tarafından tanınan Güney Kıbrıs, tüm kıyılarındaki hakkını savunarak Türkiye’nin hak iddialarına itiraz etmektedir.

Türkiye’nin emri vaki yaklaşımı, bölgedeki ülkelerin yanısıra BM ve Avrupa Birliği ülkelerinden de tepki çekmeye devam ediyor. Öte yandan Amerikan enerji şirketi ExxonMobil’in Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama çalışması yapacak gemisi Şubat ayında sondaja başladı. Böylelikle ABD’de Akdeniz’e müdahil olmuş oldu. Son zamanlarda Mısır-Kıbrıs-Yunanistan arasında bir dizi anlaşma sağlandı. Lübnan-İsrail arasında da deniz sınırlarının belirlenmesi için görüşmeler devam ediyor. Avrupa Birliği de Akdeniz’deki ihtilafta Yunanistan ve (Güney) Kıbrıs’ı desteklediğini ilan etti.

Bu alandaki en önemli gelişmelerden biri de; Türkiye’nin itirazlarına rağmen Doğu Akdeniz Güvenlik ve Ortaklık Yasası adını taşıyan tasarının, ABD Temsilciler Meclisi’nden geçmiş olmasıydı. Bu tasarıya göre Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve GKRY arasında kurulan enerji ve güvenlik ortaklığına tam destek verilmesi öngörülüyor. Tasarıda ayrıca Güney Kıbrıs’a uygulanan silah ambargosunun kaldırılması da yer alıyor.

Rusya’nın tüm bu olanlara sessiz kalması ise, iki açıdan değerlendiriliyor. Rusya doğal gaz alanında Türkiye’nin kendisine bağımlılığının sürmesini ve NATO ekseninden uzaklaşmasını istiyor. Ayrıca Libya’daki askeri müdahalesine ses çıkarmamasının nedeninin ise; Türkiye ile NATO ülkelerinin arasının daha fazla açılması beklentisi olarak değerlendiriliyor.

Öte yandan (Kuzey) Kıbrıs’ta yeni askeri üsler inşa eden Türkiye’nin Akdeniz’deki haklarından geri adım atmayacağı öngörülüyor.

Şarkul Avsat