ABD Başkanı Donald Trump

Filistinliler’in Trump’ın barış planını reddetmesinin 3 nedeni!

Filistinliler ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu “barış planını” reddetti. Mısırlı diplomat ve akademisyen olan Ezzedine C. Fishere, Filistin’in teklifi reddetme nedenlerini yazdı.

Filistinliler’in teklifi reddedeceğini tahmin etmek için 25 kitap okumaya gerek yok. Filistinlilerin teklifleri reddetme konusunda bir üne sahip olduklarını, bir sonraki atacakları adımın daha kötü olabileceği de bilinen bir gerçek.

2000 yılında İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat arasında gerçekleşen Ortadoğu Zirvesi başarısızlıkla sonuçlandı. Filistin tarafı, Ehud Barak’ın sunduğu teklif olan Filistin’in yüzde 45’inden daha azını verilmesini öngören 1947 Birleşmiş Milletler bölünme planını ve 2008’de Annapolis sürecinde Ehud Olmert’in ‘daha cömert’ teklifini reddetti.

Açıkçası dünya pragmatizm eksikliğinden bıktı; artık pek çok insan, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın 2018’de etkili bir şekilde ifade ettiği gibi, Filistinlilerin ya susmalarını ya da alabildiklerini kabul etmeleri gerektiğini düşünüyor.

Yine de, Filistinlilerin davranışlarını ve motivasyonlarını gerçekten anlamadan, bir çözüm bulmak ve hatta Arap-İsrail çatışmasını yönetmeye başlamak imkansız.

Filistinliler, 1967’de Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararı ve barış sürecini başlatmayı öngören Oslo Anlaşmaları gibi diğer teklifleri de kabul ettiler. Filistin tarafına önerilen tüm çözümler ve önerilerde bir ‘kayıp’ unsuru bulunuyordu, peki Filistinliler neden bazı planları kabul ediyor ve diğerlerini reddediyorlar? Cevap; Filistinlilerin en çok önem verdiği üç şeyde yatıyor: Adalet duygusu, kendi egemen bir devletinde özgürce yaşama umudu ve gerçekler.

Adalet, diplomatlar için bir şey ifade etmez, önemli değildir; aslında adalet onları rahatsız eder, çünkü çoğunlukla daha kolay anlaşmanın, güçlü olana yol açmanın önünde durur. Fakat adalet insanlar için önemlidir. Üniversitedeki derslerimde, Thukididis’in Melian Diyalogunu öğrencilerimle tartışırken, onlardan düzenli olarak Atina’nın teslim olma ve köleleştirme ya da ona karşı gelme ve belirli bir ölümle karşı karşıya kalma arasında seçim yapmalarını istiyorum. 10 yıldır yaptığım öğretmenliğin her dönemi, öğrencilerin çoğu, tıpkı Melian halkının 2 bin 500 yıl önce yaptığı gibi, meydan okuma seçiyor. Filistinlilerin sahip olduğu ruh da böyle; teklifleri reddettiklerinde bunu adaletsizlikten kaynaklandığı için yaptıklarını düşünüyorlar.

Ezzedine C. Fishere

Thukudidis’in Melian Diyalogu; tarihte ilk defa realizm ve idealizm karşılaştırılmasıdır. Atinalılar ve bir Sparta kolonisi olan Melianlılardan Melos’u arasındaki diyalogu anlatır. Özellikle güç ve gücün kullanımı hakkındaki diyalog içerisinde geçen teoriler günümüz realizmine ışık tutar. Diyalog içerisindeki konulardan adalet ve adaletsizlik üzerine geçen konuşmalar dikkat çeker. Güçlünün güçsüzü ezmesi Melos ve Atina tarafından ayrı yorumlanır. Melos’un; güçlünün kendi gücünden daha aşağıda olan birisine karşı olan tavrı ki günümüzde bunu “orantısız güç” olarak yorumladığımız yerler olmuştur, etik olmayan adaletsiz bir davranış olarak belirmekteyken, Atina tarafından güç dengesinin olmadığı bir yerde adalet ya da adaletsizlik kavramlarından bahsedilmesinin anlamsızlığı anlatılır. Atinalılara karşı mutlak bir itaatı reddeden Melos, Atinalıların halkını yok etmesi tehditlerinin ahlaki bir değer taşımadığını ifade ederken, Atinalılar ise güçlüye karşı böyle bir ithamda bulunmanın yanlış olacağını çünkü hak, adalet gibi değerlerin sadece güçlüler tarafından belirlenebileceğinden bahseder.

Filistinlilerin bu yaklaşım ve kararlarının arkasında pratik nedenler de var. Filistinliler, ABD’nin bölünme planını reddetti çünkü ordularını davaya adayan Arap devletlerinin bir Yahudi devletinin kurulmasını engelleyebileceğine inandılar. 1993’te Oslo’da, Filistinliler tarihi Filistin’in yüzde 78’inden vazgeçtiler, bunu da geri kalan yüzde 22’lik kısımda egemen bir devlet vaadi için yaptılar. Kendi devletlerinde tarihsel bir adalete bağlılıklarından daha çok özgürce yaşamaya değer verdiler; açıkçası bu bana çok pragmatik geliyor. Bununla birlikte, Oslo sürecinin sonucu, onlara söz verildiği egemen devleti reddetti ve sahip oldukları adalet yanılsaması ne olursa olsun aşınmaya başladı. Dahası, Batı Şeria’daki İsrail yerleşimleri eşi benzeri görülmemiş bir şekilde genişlemeye başladı ve bu da gerçeğe dönüşmeyen vaatlere olan güvenlerini azalttı. Bu durum, hem 2000 hem de 2008’deki tekliflere tepkilerini açıklıyor.

Trump’ın planı tüm bunların ötesine geçiyor. Filistinlilere egemen ya da komşu bir devlet sunmuyor, sadece İsrail’in kontrolüne sürekli boyun eğmeyi teklif ediyor. Sadece haksızlığını kamufle etme girişimi değil, aynı zamanda tehditlerin eşlik ettiği bir öneri Filistinlilerin karşısına çıkıyor. Sanki Atina halkının ortak haber konferansının kürsüsünden kükrediği duyuluyor: ‘’Güçlüler ellerinden geleni yaparlar ve zayıf olanlar da çekmeleri zorunda olduğu acıyı çeker.’’ Ancak sorun şu ki, Filistinliler ve İsrailliler aslında aynı alanı paylaşıyorlar, zayıf olanlar yalnız acı çekmiyorlar.

Filistinliler Trump’ın planını reddettikten sonra yüz milyonlarca Arap ve Müslüman bunu takip etti. Sonuç olarak, en istekli Arap yöneticiler bile bu planı desteklemeyi zor bulacaktır. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun açıkladığı gibi, Trump’ın planının barış için temel olarak işlev göremeyeceği, ancak İsrail’in Batı Şeria’nın yüzde 30’unun tek taraflı ilhak edilmesi ve orada yaşayan ABD yetkisinde Filistinlilerin sürekli kontrolü işlevi göreceği anlamına geliyor.

Trump ve Kushner iki devletli çözümü gömmeyi başardılar ve bize İsrail’in Ürdün Vadisi ile Akdeniz arasındaki alanda fiilen egemen olduğu tek devletli bir “çözümü” fırlattılar; öngörülen çözümde; milyonlarca Filistinli sivil veya siyasi hak olmadan İsraillilerle eşit haklara sahip olmadan yaşıyor, tayin edilen yerleşim bölgeleri dışına seyahat edemiyor, ithalat veya ihracat ya da İsrail makamlarının izni olmadan hayatları hakkında pek çok şey yapamıyorlar. Bu durumun, kimin için olduğuna bakılmaksızın bir adı vardır: Irk ayrımı.

Trump’ın planını kınayan ve iki devletli çözümü canlandırma çağrısı artık yararlı değil; bu “çözüm” on yıldan uzun bir süredir ölüyor. Başka bir deyişle Trump’ın planı, bizi ırkçı bir devletin korkunç zorluklarına götüren güçlü bir akıntıya kapı açıyor.

Şimdi hepimizin kafasındaki soru: Filistinliler, Araplar, İsrailliler ve dünya; bu konuda ne yapacaklar?

NE OLMUŞTU?

Geçtiğimiz haftalarda Arap Birliği, Başkan Donald Trump’ın ‘Orta Doğu barış planını’ reddettiğini açıklamıştı. Mısır’ın başkenti Kahire’de olağanüstü toplanan Arap Birliği üyesi ülkelerin dışişleri bakanları, planın adil bir barış anlaşması olarak görülmesinin mümkün olmadığını bildirdi.

Arap Birliği; Trump’ın planının Filistinliler için, Güney Afrika’da yıllarca süren ırk ayrımına dayalı rejimine benzer bir durum oluşturacağını belirtti. Açıklamada ‘’Bu plan Filistinlileri ikinci sınıf yurttaşlara dönüştürür. Asla barış getirmez’’ ifadesi yer aldı.

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas da planı reddetti ve ABD’nin artık kendileri için dost bir ülke olmadığını bildirdi ve ‘’Tarihe Kudüs’ü satan veya ondan vazgeçen biri olarak geçmeyeceğim’’ açıklamasını yaptı.

Washington Post