Tarihteki ilk veba salgını'nın tasviri

Vebadan koronaya, salgınların siyasete etkisi

Bazıları, ‘etik bir perspektifle, salgının siyasallaştırılarak bağlam dışı kullanımına karşı çıkılmasını’ hafife alıyor. Salgın hastalıkların, etnik, dini ve ırksal sınırların ve insanlar arasındaki diğer bölünme çizgilerinin aşılmasına etkileri olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla siyasi emeller doğrultusunda kullanılmaması çağrıları da anlamlıdır. Salgınlar büyük siyasi vakıalardır, tarih boyunca bu böyleydi ve böyle olmaya devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde seçim yılı olması dolayısıyla, Başkan Donald Trump’ın, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) ile mücadele hususunda benimsediği yöntemlerin, Demokrat rakipleri tarafından eleştirilmesi de kaçınılmazdı. Buna karşılık Cumhuriyetçilerin, dönemin Demokrat Partili yönetiminin, ‘Ebola’ gibi benzeri salgın hastalıkları nasıl ele aldığını hatırlatması da doğaldı.

Büyük bir mali krizin yaşandığı 2008’den sonra, küreselleşmeye karşı çıkan siyasi elitler ABD ve Avrupa’da yönetime geçebildi. Dünya geneline yayılan salgının, Çin ve Batı arasındaki rekabet bağlamında ‘küreselleşme karşıtı’ argümanlarla kullanılması, beklenen bir şeydi. Çin’in salgının ortaya çıktığı yer olması, salgının bu şekilde siyasi bir perspektifle ele alınarak politikleştirilmesinin meşruiyetini de arttırdı. Aynı şekilde salgının Çin’den sonra en çok İran’da yaygınlık kazanması da, yönetimdeki rejimin yetersizliği ile bağdaştırıldı.

Her ne kadar, psikolojik ön yargılara dayanan peşin yargılardan kaçınmak gerekse de, salgınların siyasi değişimlere neden olduğu, göz önünde bulundurulmalıdır. Salgın hastalıklar, tarih boyunca, derin siyasi ve toplumsal değişimlere yol açmıştır. Bugün tanıdığımız dünyanın, salgınların da katkısıyla şekillendiğini söylersek abartmış olmayız. Salgınlar dolayısıyla birçok sanatsal gelişim yaşandı, toplu ölümler; din, varlık ve kimlik üzerine sorgulamaların yapılmasına neden oldu.

Geçtiğimiz Pazar günü, Papa Francis Vatikan’dan ayrılarak, yaya olarak Santa Maria Maggiore Bazilikasına yürüdü. Daha sonra, Corso’daki San Marcello Kilisesi’ni ziyaret etti. Papa, 1522 yılında Avrupa’yı etkisi altına alan Kara Veba’ya karşı Roma sokaklarında dolaştırılan haçın önünde dua etti.

Papa Francis, adeta, Alessandro Manzoni’nin (1828) ‘Nişanlılar’ eserindeki, Milano Başpiskoposu, Cardinal Federico Borromeo gibiydi. Manzoni bu eserinde, şimdilerde koronavirüsten en çok etkilenen şehirlerden olan İtalya’nın kuzeyindeki Milano’yu, veba günlerinde tasvir ediyordu. Bomboş Aziz Pietro Meydanı’nı seyreden Papa, papazlara, Manzoni’nin romanına gönderme yaparak seslendi ve ‘Don Abondio’ olmamalarını söyledi. Abondio sorumluluklarını yerine getirmemiş ve Milano halkını yüzüstü bırakarak şehirden kaçmıştı.

Siyaset bunun neresinde? Diye soracak olanlar için şunları söyleyebiliriz:

Manzoni’nin ‘Nişanlı’ romanında, kara veba ve İspanyolların 17. Yüzyılda İtalya’yı vahşice işgal etmeleri arasında bağ kuruyordu. Romanın yazıldığı ve basıldığı tarihte İtalya Avusturya İmparatorluğu’nun egemenliği altındaydı, dolayısıyla romanda Avusturya yönetimi aleyhine de sembolik öğeler bulunuyordu. Manzoni’nin bu eseri, ‘veba ve kimlik’ hakkındaydı, dolayısıyla İtalya’yı 1861’de birleştiren Risorgimento (diriliş veya yeniden doğuş) hareketinin de ana kültürel referanslarından biriydi.

Aynı dönemde, Prusya orduları Napolyon’u mağlup ederek esir aldı ve Almanlar Paris’i işgal etti. Ancak şehir halkı, radikal işçi hareketlerinin liderliğinde isyan etti ve ‘Paris Komünü’ adı altında iki ay şehirde kontrolü sağladı. Bir süre sonra, Almanlarla anlaşan Fransız ordusu, daha sonra ‘kanlı hafta’ olarak bilinecek olan bir operasyonla isyanı bastırdı. Paris Komünü işçilerden oluştuğu için, bu işçiler de Paris’in kirli banliyölerinde yaşadığı için, ‘salgın tarihçisi’ Frank Snowden, 1848 Devrimi ve Paris Komünü’nün bastırılmasındaki şiddeti, fakirlerin toplum sağlığına olan tehlikesi ile ilişkilendiriyor ve Fransa’yı saran ‘kolera salgının’ sorumluluğunu fakirlere yüklüyordu.

Paris Komünü aleyhine siyasi bir gerekçe olarak kullanılan salgın, Napolyon Buanoparte’ye başkaldırarak ‘kölelik sistemini’ sonlandıran çevreler için ise bir nimet mesabesindeydi. Sarı Humma’nın yayılması, Napolyon’un ordusundaki on binlerce askerin ölümüne neden oldu. Haiti’yi işgal etmek isteyen Napolyon’un orduları burada salgına yakalandı ve bu süreç ‘esaret devrinin’ son bulmasına yol açtı.

Napolyon Haiti felaketinden sonra, şimdiki Amerika Birleşik Devletleri’nin üçte birine tekabül eden, Louisiana Bölgesi’ni, ABD Başkanı Thomas Jefferson’a satmak zorunda kaldı.

Salgın hastalıkların neden olduğu değişikliklerin en büyüğü ise, şüphesiz 14. Yüzyılın ortalarındaki ‘veba salgınıdır’. Kara Ölüm olarak da bilinen bu veba, Avrupa nüfusunun yarısının hayatını kaybetmesine sebebiyet vermiştir. Britanya gibi bir ülke dahi, salgından önceki nüfus oranını, ancak iki yüz yıl geçtikten sonra yakalayabilmişti. Nüfus oranlarındaki bu dramatik düşüş, işçi sayısının da yetersiz gelmesine neden olmuştu. İşçiler bunu fırsat bilerek haklarının arttırılmasını talep etti. İşçilere olan talebin artması da, işçilerin ilk kez başka mülkiyetlerde çalışma amaçlı yolculuklar yapmasıyla sonuçlandı. İşçi ücretlerinin artması, çiftlik sahiplerinin başka iş kollarında yatırım olanakları aramasına neden oldu. Bu şekilde daha düşük maliyetli olan tarım sanayinin gelişimi hızlandı. Bu süreçte aşamalı olarak ‘evliliklerin’ mahiyeti değişti ve kadın iş dünyasında yer almaya başladı. Çiftçiler de farklı sektörlerde yer almaya başladı. Yani veba, toplumsal, ekonomik ve teknik değişimin tohumlarını ekerek, bundan dört asır sonra sanayi devriminin yaşanmasına dolaylı katkı sağlamış oldu.

Katolik Kilisesi’nin şüphesiz başka sorunları vardı, ancak ‘kara ölüm’, yaşamın ve ölüm, adalet ve varlığın anlamına dair varoluşsal soruları zirveye çıkardı. Nitekim veba çok sayıda din adamının da hayatını kaybetmesine neden olmuştu. Kiliseler o zamanlar tedavi merkeziydi ve yine din adamları ölülerin ardından ayin düzenledikleri için tehlikeye maruz kalıyorlardı. Katolik Kilisesi’nin veba salgınından sarsılmış olarak çıkması, Protestan devriminin önünü açtı. Artık bir daha Hristiyanlık eskisi gibi olmayacaktı.

Salgın hastalıklar, tarihin, siyasetin ve sanatın mecrasını değiştirdi. Güzellik algısı dahi salgınların etkisinden kurtulamadı, Viktorya Devri’nde (19. Yüzyılın ikinci yarısı) tüberküloz hastalığı, solgunluk ve zayıflığın bir güzellik kriterine dönüşmesine şahit olundu. Kara Veba’da sonraki yüzyıllarda, ölüm tasvirlerinde köklü değişikliklere neden olmuştu.

Koronavirüs daha az ölümle sonuçlansa da benzer tesirleri olacaktır. Bunların başında da, küreselleşme ve göçmen karşıtı sağ tandanslı projelerin yükselişi gelmektedir. Teknolojinin insan ilişkilerinin yerini alacağı da öngörülebilir.

Şarkul Avsat/Nedim Kuteyş