İran nükleer anlaşmasının Araplar açısından kullanımı

Tahran’ın Ortadoğu’daki BM himayesi dışındaki girişimleri büyük riskler taşıyor. Bölge ülkelerinin harekete geçmekte gecikmesi uygun bir seçenek değil.

ABD Başkanı seçilen Joe Biden’ın başkan yardımcısı olarak görev yaptığı Obama yönetimi İran’ı politikalarını değiştirmeye ve uluslararası topluma ve ABD’nin müttefiklerine karşı daha az saldırgan bir yaklaşım benimsemeye teşvik etmesi ümidiyle harekete geçmişti. Bu amaçla nükleer programını kontrol altına alacağı düşünülen ve nükleer yeteneklerini değiştirmesine ve geliştirmesine izin verme riskinin yukarıdaki risklerden çok daha az tehlikeli olduğu varsayımıyla bir nükleer anlaşma yapmıştı. İran’la doğrudan diyalog politikası benimsediği göz önüne alındığında özellikle Arap Körfezi’nde olmak üzere birçok kişi Biden’ın 20 Ocak’ta göreve başlamasının ardından İran’la ilgili bir Arap-Amerikan anlaşmazlığının hızla su yüzüne çıkacağına inanıyor.

Joe Biden ve yardımcılarının İran’ın P5+1 ülkeleri (BMGK’nın 5 daimi üyesi İngiltere, ABD, Çin, Fransa, Rusya ile Almanya) ile imzaladığı nükleer anlaşmanın yeniden canlanmasını memnuniyetle karşılayacaklarını birçok kez dile getirmeleri, bu inançları ve korkuları artırdı. Bu konu, Başkan Donald Trump’ın seçim yarışının ardından Beyaz Saray’dan ayrılmadan önce İran’a askeri bir saldırı düzenlemeyi düşündüğü şeklindeki haberlerde de vurgulandı. Aynı şekilde, İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade’nin öldürülmesi ve saldırının arkasında İsrail’in olduğuna işaret edilmesiyle birçok Batılı analist, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed’in atılan adımların kimseye yönelik olmadığını açıkça belirtmesine rağmen son Arap-İsrail barış anlaşmalarını, İran’a karşı bir eksen yaratma arzusuna bağladılar.

Diğer yandan bazı İranlı politikacılar arasında, yenilenen Washington eğilimine karşın, ABD ve uluslararası toplumla nükleer anlaşmaya geri dönme isteği de var. İran’ın önde gelen politikacıları, yeni herhangi bir anlaşmaya engel teşkil eden bir takım İran yasama önerilerinin sunulmasının ardından yanlış ve zararlı tutumlar sergilemenin sonuçları konusunda uyarıda bulundular.

Bir takım iyi niyetler olsa bile nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak, ABD’nin anlaşmadan başkanlık kararı ile tek taraflı olarak çekilmiş olması nedeniyle kısa vadede hiç de kolay olmayacak. Bu nedenle İran’ın herhangi bir yeni anlaşmanın ABD Kongresi tarafından da onaylanmasını talep etmesi bekleniyor. Böylelikle anlaşma, demokratların çoğunluk olmamasından ötürü elde edilmesi zor olan istikrar ve kalıcılığa sahip olacaktır. Bu arada İran, ABD’nin anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesine ve yaptırımların yeniden uygulanmasına, uranyum zenginleştirme oranlarını artırarak karşılık verdi. Böylece özellikle askeri amaçlarla kullanılabilecek yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stoklarını artırarak anlaşmada izin verilen sınırları aştı.

İran uranyum zenginleştirmeden vazgeçmeden ve önceden uzlaşıya varılan sınırları aşan stoklarını terk etmeden önce Biden yönetiminin anlaşmaya geri dönmesi oldukça zor olacaktır. Zira bu, anlaşmadan çekilmeyi önce ABD’nin başlatmış olması ve İran’ın belirleyici bir seçim yılına girmek üzere olduğu gerçeği göz önüne alındığında başarılması zor olabilecek güvenlik düzeyinde bir meseledir. Nükleer anlaşmayı destekleyenler de dahil olmak üzere İran rejimindeki ılımlı akıma yönelik bir takım saldırılara ve ihlallere tanık olunacaktır. Bu saldırının en önemli hedeflerinden biri, anlaşmanın tamamlanmasının hemen ardından güçlü seçim imkânlarına sahip olduğunu bilinen ancak son aylarda popülaritesinde sert bir düşüşe tanık olan İran Dışişleri Bakanı ve baş müzakerecisi Muhammed Cevad Zarif’tir.

Bununla birlikte, ABD ve İran’ın nükleer anlaşmaya geri dönmek konusunda başarısı ne olursa olsun, herkesin en azından kısmen daha az sert bir ABD politikası uygulanmasını ve birçok insanı endişelendiren İran üzerindeki baskının sürmesini beklemesi gerektiğini düşünüyorum. Söz konusu endişe bazı açılardan geçerli olsa da yaklaşan zorluklarla nasıl başa çıkacağımızı planlamak için endişelenmekte geç kalmamız daha tehlikeli olacaktır.

Bu açıdan bakıldığında bazı ülkelerin ABD ile ilişkilerinde ve eğer varsa İran ile ilişkilerinde karşılaşabilecekleri potansiyel riskleri azaltmak için İran nükleer anlaşmasının nasıl kullanılacağını düşünmek ve genel olarak Ortadoğu’da güvenlik ve istikrarı kontrol etme çabalarımızı desteklemek için kullanmak belki daha uygun bir adım olabilir. Buradaki çıkış noktası, nükleer anlaşmadaki zaafları Arap bakış açısından ele almak olabilir. Yani:

1- Anlaşma, İran’ın Ortadoğu’da Doğu’dan Körfez’e hegemonik politikaları durdurma taahhütlerini içermiyordu. Mısır Dışişleri Bakanı olduğum dönemde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry beni bölgesel siyasi adımları müzakere etmeyi planladığı konusunda bilgilendirdi. O sırada ona özellikle anlaşma İran’ın konumunu siyasi olarak desteklediğinden bu planın, anlaşmanın gelecekteki bir aşaması değil önemli bir parçası olması gerektiğini vurguladım. Zira anlaşma İran’ın bölgesel politikalarını geliştirme ve agresif bölgesel politikalarını destekleyen devasa mali potansiyel sağlıyor.

2- Anlaşma, İran’ın 15 yıl içinde bir süre sonra bazı yükümlülüklerinden feragat etmesine izin veren hükümler içeriyordu. Buna ‘gün batımı anlaşmaları’ deniyor. Bu da kalkınmaya yönelik geniş bir uluslararası meşruiyet ve büyük ekonomik fırsatlar elde ettikten sonra nükleer programlarına daha sonra devam edebileceği anlamına geliyor.

3- Anlaşma, Ortadoğu’daki askeri nükleer silahların yayılması sorununu, Arap ülkelerinin güvenliğini yeterince dikkate almadan uluslararası ve bölgesel olarak büyük ülkelere yönelik tehditlerle ilgili bir mesele olarak ele alıyor. Bu noktada Humeyni döneminde İran, İsrail ve ABD’nin, Latin Amerika’daki devrimcilere silah göndermek için iş birliği yaptığı unutulmamalıdır.

4- Anlaşma ayrıca nükleer silahların geniş bir stratejik yapıya sahip olduğunu göz ardı etmenin yanı sıra herkes için maliyetli ve yıkıcı olacak bir silahlanma yarışını başlatan yeni tehlikelerin ortaya çıkmasını önlemek için istisnasız herkesin süre, alan ve kapsam açısından bölgesel düzeyde ele alınması gerektiğini de ihmal etmektedir. Burada Ortadoğu’da İran’la nükleer anlaşmanın uygulanmasıyla ortaya çıkan tek istisnanın İsrail’in nükleer programı olacağını söylemeye gerek yok.

Arap dünyasında dikkate alınması gereken ek gözlemler de var. Bunlardan ilki, İran siyasi doktrininin ABD ve İsrail tarafından ilk etapta hedef alınan bir ülke olduğuna dair merkezi bir kanaate dayandığı ve ardından çatışmaları her zaman İran sınırlarından ve bölgelerinden uzak tutmaya çalıştığı yönünde. Bu da onun bölgesel olarak yayılmasını sağlıyor.

Ayrıca, eğer İran’ın güvenliğini ve askeri üstünlüğünü sağlamak için Arap Körfezi denkleminden çıkarılması amaçlanıyorsa ve diğer yandan dünya çapındaki gücü ve etkisi göz önüne alındığında, Amerika Birleşik Devletleri ile bir anlaşmaya varmak için koşullar mevcutsa İran’ın hesaplarında asıl ilginin ABD’nin üzerinde olması oldukça dikkat çekicidir. İran, uluslararası veya bölgesel Arap taraflar olmaksızın ABD ile bağımsız ve tek başına müzakerelerde bulunmayı tercih ediyordu. Zira nükleer anlaşmanın hazırlanması sırasında diğer dört ülkenin katılımı olmadan Umman’da ABD ile müzakerelerde bulundu.

Bu nedenle birçok İran girişimi, İran-Körfez ülkeleri diyaloglarını, ABD’den uzakta ve hatta özellikle Ortadoğu ülkeleri arasında, özellikle de su yolları ile ilgili olarak yürütmeye yöneliktir. İran’ın bu girişimleri tüm Arap ülkeleriyle değil, sadece Körfez ülkeleriyle sınırlandırması, Arap taraflar için birçok riski de beraberinde getiriyor.

Arapların Türkiye, İran ve İsrail ile mutabakatlar yapmadan, Ortadoğu’da barış ve güvenliğin sağlayamayacaklarını düşündüğümü defalarca kez dile getirdim. Aynı zamanda üç ülkenin hegemonik politikaları çerçevesinde, bu mutabakatlar için şu anda uygun bir zeminin bulunmaması nedeniyle, herhangi bir diyalog için ön güveni artırıcı önlemlere ihtiyaç olduğunu da vurguladım. Başkalarına güvenmeyi abartmamak, inisiyatif talep etmek ve Arapların tutumlarını diğerinin eylemlerine tepki vermekle sınırlandırmamak için her zaman destekleyici ve motive edici bir yaklaşım benimsiyorum. Arap ülkelerinin İran nükleer anlaşmasına yönelik herhangi bir hamleyi, İran seçimleri sonrasına ertelemesinin uygun bir seçenek olmadığını düşünüyorum.

Bazı bölgesel ilişkilerin hassasiyeti ve gerginliği göz önüne alındığında, Körfez bölgesi dışındaki Arap ülkelerinin inisiyatif almalarını tercih ederim. Bu konuda fikirler öne sürebilmek için Körfez’deki kardeş Arap ülkeleriyle şu konular görüşülmeli:

1- Arap ülkeleriyle ilişkilerindeki atmosferi yatıştırmak için İran’ın yanı sıra İsrail ve Türkiye’den de Arap ülkeleriyle ilişkilerinde, özellikle güvenlik konularında, atmosferi yatıştırmak için kademeli adımlar atılması ihtiyacı. Bu adımlar, bölgesel hegemonya girişimlerini dizginlemeye yönelik garantiler de içermeli.

2- Arap Körfezi de dahil olmak üzere genel olarak Ortadoğu’daki bölgesel güvenlik durumu ve düzenlemeler konusu. Burada siyaset, güvenlik ve ekonomik olarak geçerli olan ilkelerle ilgili bir beyannamenin formüle edilmesi faydalı olacaktır. Daha önce böyle bir çaba, 1990’ların ortalarında Madrid Barış Süreci dahilinde Ortadoğu’da Silah Kontrolü ve Bölgesel Güvenlik Çalışma Grubu bünyesinde sarf edilmişti.

3- Nükleer anlaşmanın olumlu unsurlarından, Arap ülkeleri, İran ve İsrail’i de içine alan istisnasız tüm Ortadoğu’da nükleer silahlardan ve diğer kitle imha silahlarından arındırılmış bir bölge yaratmak ve nükleer silahların yayılmasını önlenmek için nasıl yararlanılacağı konusu.

4- Nükleer anlaşmada belirtilen eksiklikleri gidermenin yanı sıra, bunların bölgedeki çeşitli ülkelere uygulanmasıyla birlikte Arap çıkarlarının Ortadoğu’da bölgesel güvenlik gündemine ilişkin düşünce ve gelecekteki söylemi şekillendirmede meşru yerini alması için genişletilmesi ve kalıcı olması konusu.

Sonuç olarak, uluslararası ve bölgesel güvenlik alanında hukukun ilke ve hükümlerini güçlendirmek için tüm bu bölgesel ve ikili çabaların Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) himayesinde yapılmasını öneriyorum. BMGK, bu müzakereleri denetlemek için özel bir organ oluşturabilir veya bunun için özel bir elçi atayabilir. Bu sürecin, doğrudan veya dolaylı olarak, belirli ve aşamalı bir takım adımlarla biten yoğun ve uzun temaslara ihtiyacı olacağı biliniyor. Eğer bu temaslar her şeye rağmen başarılı olursa, gelecekteki bölgesel toplu güvenlik sisteminin ilk tohumu atabilir ve netleştirilen ilkelerle yönetilebilir. Krizleri ele almak ve kontrol etmek amacıyla ihtilafları çözmek ve düzenlemeleri istişare etmek için bir mekanizma oluşturulmasını öngörebilir. Herkes için daha iyi ve güvenli bir gelecek inşa etmeye katkıda bulunan iş birliği alanlarının önü açılabilir.

Şarkul Avsat