Yemen, adres ve vekil sorunu

Yıllar önce Paris’te Abdulhalim Haddam ile görüştüğümde, baba Esed’in imajını kendi hayatını ve tecrübesini savunur gibi savunmuştu. Bu görüşmede söylediği bir şey dikkatimi çekmişti; Hafız Esed herhangi bir taraf ile ilişkiye girmeden önce ince hesaplar yapar, Suriye’nin çıkarları ve rolüne getirilerini dikkatlice düşünürdü. Herhangi bir uluslararası veya bölgesel tarafa Suriye adına karar alma yetkisini sağlayarak ülkeyi kendisine teslim etmeme konusunda takıntılıydı. Bu durumda Suriye’nin Sovyetler Birliği ile ilişkisini nasıl tanımladığını sorduğumda; Sovyetler Birliği Suriye ordusunun silah kaynağıydı, kendisiyle ilişkilerimiz de iki tarafın çıkarları arasında denge temeline dayanan müttefik ilişkisiydi cevabını vermişti. Ardından şunu eklemişti; baba Esed’in ilişkileri yönetme tarzının en önemli özelliği, sonunda müttefik olmaktan çıkıp vekile dönüşecek kadar ittifak ilişkilerinde ileri gitmeyi reddetmesiydi. İki rol arasındaki fark büyüktür. Haddam, müttefikin görüşünü dile getirip savunabileceğini, çıkarlarına zararlı şeyleri reddedebileceğini, ama vekilin nihayetinde sadece uygulayıcı, ülkesine ve çıkarlarına hizmet etmeyen roller oynamak zorunda olan bir aktör olduğunun altını çizmişti. Etiyopya’da Mengistu Haile Mariam’ın oynadığı rolü örnek vermişti.

Sovyetler Birliği çöktükten sonra Suriye rejiminin birçok nedenden ötürü ayakta kaldığını ve bu nedenlerden birinin de Sovyet politikasının vekili ve ona bağlı olmaması olduğunu söylemişti. Baba Esed’in, Lübnan ve bölgede yaşanan dönüm noktalarında kimi zaman Batı’ya, Moskova üzerinden Şam’ı muhatap almanın en etkili yol olmadığı mesajını gönderdiğine dikkat çekmişti. Çünkü Şam kendi kararlarını kendi alırdı ve herhangi bir tarafın istediğinde mesajlarını doğrudan gönderebileceği bir adresi vardı. Haddam ayrıca asıl ile vekil arasındaki detaylara dalmış ve ikincisinin, geleceğine dair kararlarda, çıkarlarını korumada, savaş ve barış kararlarında son sözü söyleme hakkını kaybettiğine dikkat çekmişti.

Bahsettiği asıl ve vekil olayı bugün bizi birden fazla haritada karşılaştırmalar yapmak konusunda cezp etse de, akla ilk gelen şu anda Yemen’de yaşananlar. Biden yönetiminin Yemen’deki savaşı durdurma konusundaki net ilgisine ve bu yolda faydalı bulduğu bazı adımlar atmasına rağmen, halihazırda Husiler tarafından başlatılmış olan tırmandırma turu, gerçek adres sorununu gündeme getiriyor. Yemen’deki savaşı sona erdirmek için tüm bileşenleri içeren bir anlaşmaya dayalı barışçıl çözüm çağrıları artıyor. Suudi Arabistan başta olmak üzere ilgili ülkeler çözüme yönelik yaklaşımı destekleme arzusu gösteriyor. Fakat Abha Havalimanı gibi Suudi Arabistan’daki sivil tesisleri hedef almak için tasarrufuna verilmiş cephaneyi kullanmaya çalışmak şeklinde cisim bulan Husilerin karşılığı değişmiyor. Husilerin tırmandırması sanki onun rolünün tırmandırma ile sınırlı olduğunu, çözüm arayanın başka bir adrese, yani Tahran’a yönelmesi gerektiğini hatırlatmayı amaçlıyor.

Yemen’deki durum hiç olmadığı kadar netleşiyor. Husi liderliğin tırmandırma, roket ve bomba yüklü insansız hava araçlarını kullanmakta direten tavrı, bir yönü ile Yemen savaşının neden patlak verdiğini de açıklıyor. Yemen’de savaşın patlak vermesinin nedeni; Yemen’i başta Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki etkili ülkeleri çevrelemeyi hedefleyen İran projesi için bir dayanak noktasına dönüştürmek amacıyla azınlığın meşruiyete karşı düzenlediği darbeydi. Yemen’de gerçekleşen bu sızma hareketi, İran’ın Suudi Arabistan’ı Bahreyn üzerinden kuşatma girişiminin başarısızlığını telafi etme girişimi gibi görünüyordu. Altı yıldır devam eden askeri ve siyasi gelişmeleri inceleyenler, Husi vekilinin Yemen’i sürekli bir biçimde dayanma kapasitesini aşan bir programa göre sevk ettiğini fark ederler.

Tablo gerçekten kasvetli. Yemen, üniversite, hastane ve kliniklerinin sayısını aşan bir füze cephaneliğine sahip. Başarısız olacak olsa bile sınırı geçmek için defalarca girişimde bulunmaya hazır insansız hava araçları bolluğuna sahip. Yoksulluk ya da yanlış bilgilerin, ülkelerinin çıkmazlarını daha da derinleştiren bir savaşa katılmaya yönlendirdiği gençlerden oluşan saflara sahip. Husi liderliğinin, gerçeklikle ne yakın ne de uzaktan alakası olmadığının farkında olmadan yükselttiği ve yinelediği bir avuç sloganı da var.

Bir örgütün “ABD’ye ölüm” sloganını yükseltmesi, ama bu arada yalnızca kendi halkının öldüğünü gözden kaçırması gerçekten bir trajedi. Burada, on yıllar boyunca “Düşman ABD”nin boğazındaki bir kılçık görevi gören, Sovyetler Birliği’nin vekilliği rolünü üstlenmesine karşılık milyarlarca dolar alan Castro Kübası’nı hatırlatalım. Küba şu anda “halkların düşmanı” ile daha iyi ilişkiler kurmayı dört gözle bekliyor, ticaret ve etkileşimi iyileştirmenin önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyor.

Üzerinde durulması gereken bir başka örnek daha verecek olursak; hiç kimse Amerikalılarla   Vietnam halkı gibi şiddetle savaşmadı. Bu mücadele sonunda Vietnamlılar zafere ulaşmış ve ABD kuvvetlerini ülkelerinden çekilmeye zorlamışlardı. Gel gör ki bugün, General Giap’ın mirasçıları, “Büyük Şeytan” ile ilişkileri geliştirmek için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorlar. Geçmişteki gibi kimlikleri ve devrimin saflığı için kaygı duymadan, yatırım ve turistleri cezp etme hayalleri kuruyorlar. Aynı şekilde Vietnam, Çin devi kendisini ele geçirme ve kontrol etme arzusuna kapılırsa ona kolay bir av olmamak için, ABD ile askeri iş birliği yapmayı da hayal ediyor. Bu, farklı bir dünya. Menfaatlerin, rakamların, fırsatların ve insanların yaşamlarını iyileştirme ve geliştirme dünyası. İçi boş sloganların arkasına saklanma dünyası değil. Husi darbesinin pençesindeki Yemen, Castro’nun veya Ho Chi Minh’in ülkesine ne yakından ne de uzaktan benzemiyor. Aralarındaki farklar üzerinde çok durmayacağız. Castro, Kübalıları umutlandıran bir devrimin lideriydi. Ulusal meşruiyeti diğer özelliklerin önüne geçiyordu. Üstlendiği vekillik rolü, ABD ile yüzleşmenin gerekliliğinden kaynaklanmıştı. Aynı şey, ülkeyi yeniden birleştiren Vietnam rejimi için de söylenebilir. Yemen’deki Husiler ise bambaşka bir şey. Şu anda Yemen’in kaderini kontrol eden ekibin var oluşunun birinci nedeni, özellikle ABD ordusunun Saddam Hüseyin rejimini devirmesinden sonra bölgeyi hedef alan saldırılarını genişleten İran programında üstlendiği vekil rolüdür.

Yemen, nefes alma ve savaşın acısını hafifletme şansını hak ediyor. Bu ülkenin kaybedilen on yıllarını telafi etmeye ve Husi macerasının feci etkilerinin üstesinden gelmeye gereksinimi var. Alışılmadık politikaların, ruhunu ve özelliklerini değiştirmeye yönelik girişimlerin vücudunda açtığı yaraları iyileştirmesi gerekiyor. Yemen meselesini takip edenler, ABD’nin Yemen Özel Temsilcisi Timothy Lenderking’in de BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths’in kesin olarak bildiklerini keşfedeceğini düşünüyorlar. O da, Husilerin roket saldırılarının amacının, İran’a uygulanan ekonomik yaptırımların kaldırılmasını, Washington’un balistik füze programı ve bölgesel istikrarı sarsma dosyalarını ele almadan nükleer anlaşmaya dönmesini hızlandırmak. Çözümü vekilde bulmaya çalışmak bir sorun, bu vekilin belirlediği şartların kabulüne dayanan bir çözümü kabul etmek de bir trajedidir.

Şarkul Avsat 

Gassan Şerbil
Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni