İran’ın Afrika kıtasındaki gizli hedefleri

İran kara kıtadan ne istiyor? Bilhassa Etiyopya’da Arap ve Batı ülkelerinin büyükelçiliklerini hedef alacak terör eylemleri planlayan İran’a bağlı yeni bir terör hücresinin tutuklandığına dair haberlerden sonra bu soru tekrar gündeme oturdu.

ABD merkezli The New York Times’ın konuya ilişkin yayınladığı son haber, Afrika’daki İran terörizmi dosyasının yeniden açılmasını gerektiriyor. Zira habere göre İran, uyuyan terör hücrelerinden birini, Güney Afrika’daki ABD büyükelçisine suikast girişimi dahil bir dizi eylem gerçekleştirmek için aktif hale getirmiş görünüyor.

Aklımıza ilk olarak şu soru geliyor; İran’ın Afrika ile hikayesi yeni mi yoksa İranlılar Humeyni Devriminden önce yani daha Şah döneminde mi Afrika’yı hedef seçmişlerdi?

Bölgesel varlığını küresel çapta genişletme hayalini kuran İran’ın 1979’dan önce bile, ekonomik ve siyasi kazanımlar elde etmek için Doğu Afrika kıyılarına sağlam bir şekilde yerleşmek ve Afrika kıtasının derinliklerine ilerlemek amacıyla burayı bir hareket noktası olarak kullanmak için Hint Okyanusunu geçmeye çalıştığı bir sır değil.

Afrika, 21’inci yüzyılın ilk 20 yılında yeniden İran tarafından hedef tahtasına oturtuldu. İran bu süre içinde iki strateji izledi. Mahmud Ahmedinejad dönemindeki ilk stratejisinde Tahran, kıta ülkelerini çevreleyen yapısal güçsüzlükten ve yüksek büyüme oranları kaydedememelerinden yararlanarak yumuşak güce oynadı ve ekonomik ortaklıklar kurmaya çalıştı. Fakat bu başarısız bir deneyimdi ve amacına ulaşamadı.

Hasan Ruhani döneminde ve Devrim Muhafızları’nın kontrolünde, silahlı kollar ve terör hücrelerine oynayan ikinci strateji benimsendi. Yani sert güç öne çıktı, güvenlik boşluklarından, iç çatışmalardan ve kıta ülkelerinin istihbarat zafiyetlerinden yararlanarak Afrika’yı İran’ın bölgesel ve uluslararası düşmanlarına karşı bir savaş alanına dönüştürmek tercih edildi.

İran “tarafları birbirine düşürme” teorisinin yararlılığına son derece ikna olmuş görünüyor. Geniş kıtaya dağılmış birçok Afrika noktasındaki gizli varlığı sayesinde, merkezleri vurma hedefiyle sınırlarla oynayarak bölgede mümkün olduğunca büyük karışıklıklar ve rahatsızlıklar yaratmak için var gücüyle çalışıyor. Diğer bir deyişle, İran’ın stratejik derinliği, üzerindeki yükü hafifletecek stratejik hedeflere ulaşmak için taktik yollara başvuruyor.

Etiyopya’da ortaya çıkarılan hücreyle ilgili haberler bir anda su yüzüne çıkan dikkat çekici yeni bir durumdan mı bahsediyorlar?

Elbette hayır, çünkü Tahran’ın Afrika kıtasının derinliklerine yayılan terörist hücre ağlarına ilişkin haberler her yeri doldurdu ve doldurmaya da devam ediyor. Bu, daha önce uluslararası medyanın ele aldığı ve almaya devam ettiği bir konu. Nitekim İngiliz The Telegraph gazetesi Haziran 2019’da yayınladığı haberde, İranlıların terör faaliyetleri için yeni bir altyapı kurdukları ifade edilmişti. Bu altyapının temelinde Kudüs Gücü’ne bağlı özel kuvvetlerden oluşan “Birim 400” yer alıyordu. Birimin faaliyetleri özellikle Çad’dan Nijer, Gana, Gambiya ve Orta Afrika’ya uzanıyor.  Potansiyel hedefler listesi, yabancı büyükelçilikleri, askeri üsleri ve çalışanları içeriyor. Peki, İran’ın Afrika kıtasına terörizm yoluyla girmesini kolaylaştıran geleneksel köktendinci gruplar var mı?

Ayrıntılar bizi, Ömer el Beşir dönemindeki Sudan’a ve orada kurulan İhvan (Müslüman Kardeşler) rejimine götürüyor. Bu rejim, İranlıların Kızıldeniz yakınlarındaki noktalara girişini kolaylaştırmıştı. Diğer yandan, İran dışında terör eylemleri düzenlemekten doğrudan sorumlu “Birim 400”e yardım etmeleri için İranlıların, geçmiş yıllardan Afrika’daki lojistik durumu bilen bazı el Kaide unsurlarını buraya getirdiği açık ve net. Birim 400’ün arkasında olduğu terör girişimleri arasında, 2011’de Suudi Arabistan’ın ABD büyükelçisine suikast girişimi, Pakistan’daki Suudi Arabistan diplomatlarına yönelik suikast girişimleri, Şubat 2012’de ifşa edilen Yeni Delhi, Tiflis ve Bangkok’ta düzenlemeyi planladığı eylemler yer alıyor. İran’ın Afrika’daki konuşlanması ne şimdi ne de gelecekte kendisine güvenilmesi mümkün olmayan Tahran rejiminin bir başka yüzünü mü meydana çıkarıyor?

Kuşkusuz Afrika, özellikle 2015’te imzalanan kötü şöhretli nükleer anlaşmadan sonra, İran için önemli ve geniş bir oyun alanı haline geldi. Zamanın ve olayların gidişatı, İranlıların, başta ABD olmak üzere kendisiyle birlikte anlaşmaya taraf olan çeşitli Batılı taraflara hiç de güvenmediklerini gösteriyor. Bu nedenle Mollalar rejimi, öncü adımlar atarak kıta ülkelerinde kendisine bağlı gizli kollar oluşturdu. Batılı tarafların özellikle de ABD’nin anlaşmadan geri çekilmesi halinde (nitekim gerçekten de çekildi) aktif hale getirebileceği uyuyan hücreler yerleştirdi.

General Kasım Süleymani, ardından nükleer bilimci Muhsin Fahrizade’nin intikamını almayı kolaylaştıracağı, dolayısıyla İran’ın imajını korumasına yardımcı olacağı için Afrika’daki İran’a bağlı bu gizli terör hücrelerine, İran’ın son yıllardaki en iyi çıkış yolu gözüyle bakılabilir. Afrika’daki güvenlik boşlukları, İran’ın Afrika topraklarında Batılı veya Arap hedefleri vurmasını mümkün kılıyor.

Bu durumda, uluslararası atmosfer üzerinden İranlıların özellikle Başkan Joe Biden yönetimine gönderdikleri doğrudan bir mesajdan bahsedebilir miyiz? Büyük olasılıkla öyle. Hatta bu, yalnızca Afrika içinden gönderilmiş tek boyutlu bir mesajdan ziyade üç boyutludur.

Nitekim Yemen’deki Husiler aracılığıyla İran’ın balistik füzeleri Arap Körfezi bölgesini açıkça tehdit etmeye başladı. İran ile açık bir şekilde bağlantılı gruplar aracılığıyla, Irak’ın içinden fırlatılan aynı füzeler Erbil bölgesine kadar uzandı. Şimdi de İranlı eller, Etiyopya’da ABD, İsrail ve BAE elçiliklerini tehdit ediyorlar.

Bu noktada şu soru öne çıkıyor: Biden yönetimiyle yeni bir nükleer anlaşma yapmak isteyen İran, neden teröre yöneliyor?

Bu sorunun yanıtı; İranlıların bu eylemlerle Biden’a dünyanın huzurunu bozabilir ve dünyanın herhangi bir yerinde sizi tehdit edebiliriz anlamında bir telgraf gönderdikleridir.

Acaba Biden ve yönetiminin buna yanıtı ne olacak?

Şarkul Avsat

İmil Emin
Mısırlı yazar