Körfezi hedef alma

Körfez ülkelerine yönelik kampanyaya katılan 3 grup bu şekildedir. Peki bu hedef alınmaya karşı tutumumuz ne olmalı? Bu dezenformasyon nasıl düzeltilebilir? Cevap şu; dünyanın bu bölgesinde yaşayanlar olarak bu, hepimizin ortak derdidir. Her şeyden önce medyayı temel olarak insanlara doğru ve şeffaf bilgiler sunmanın aracı olarak görmeliyiz.

Twitter hesabımda bir günlüğüne yayınladığım soruya cevap olarak katılımcılardan şu seçeneklerden birini seçmelerini istedim; “katılıyorum”, “katılmıyorum”, “bu konuda bir görüşüm yok”. Sorum ise şuydu: “Küresel medya veya en azından büyük bir bölümünde, hoş olmayan bir koku taşıyan ve Körfezde yaşanan her olayda pireyi deve olana kadar büyüten, buna karşılık bölge ülkelerinde deveyi pire olana kadar küçülten bir içeriğin üretildiğini ve bazılarının bunu sosyal medyada da tekrarladıklarını düşünüyor musunuz?” Anketimin sonuçları şu şekildeydi; katılımcıların yüzde 82’si buna katıldıklarını, yüzde 8’i katılmadıklarını, yüzde 10’u da bu konuda bir görüşleri olmadığını belirttiler.

Sonucun tam anlamıyla bilimsel olduğu gibi bir iddiam yok, ne var ki bizde organize kamuoyu yoklamaları olmadığından, bunun gibi kişisel çabalar mevcut ve ona yakın alternatifler haline geliyorlar. Yukarıdaki sonuç da Körfez halkının küresel medya ve Arapça yayın yapan uluslararası medya organlarının içerik yapımcılarının “saldırısı” sonucunda neler hissettiklerinin bir göstergesidir. Bu medya organlarında Körfez bölgesindeki herhangi bir sosyal, siyasi hatta sıradan bir olayı bağlamından çıkarıp tüm dünyayı bozan ve insanlığı rahatsız eden bir mesele gibi göstermeye yönelik bir eğilim hatta ısrar var. Oysa bu içerik yapımcısı yaşadığı büyük başkentteki ofisinin penceresinden başını uzatıp dışarı baksa, kendi özel ajandaları olan farklı ülkelerden seçilmiş konukları (hatta neredeyse hep aynı yüzler) ile programı boyunca eleştirdiklerine benzer hatta onları aşan görüntülere tanık olur. Sıradan kişiler bu tür ayrıntı ve hazırlıkların farkına varmayabilirler ama bizim gibi meslekten olanlar, ne söyleyecekleri önceden bilindiği için söylenmek istenen şeye uygun konukların davet edildiğini iyi bilirler. Özellikle de Körfez ülkeleri söz konusu olduğunda.

Yukarıda anlattıklarımın Körfez toplumlarının sorunsuz olduğu ve hiç hataları olmadığı şeklinde anlaşılmasını istemem, bu toplumlar da herhangi bir toplum gibi hatalar yapabilirler. Gelgelelim yaşayarak ve deneyimleyerek gördüklerimden yola çıkarak, Körfez ülkelerinde bileşenlere ve kurumlara yönelik sosyal memnuniyet, komşu ülkelere hatta dünyadaki bazı ülkeler göre çok daha yüksek diyebilirim.

İnsan haklarını örnek verecek olursak, ailesinin kendisine baktığı hasta bir Körfezli kızı söz konusu medya “zorla hapsedilmiş” şeklinde lanse ederek, “hayatından endişe ediyoruz, bize yaşayıp yaşamadığını teyit etmeniz gerekiyor” şeklinde taleplerde bulunabiliyor. Kamuoyunu kendi perspektifinden bakmaya zorlama konusuna o kadar odaklanmış ki, gösterdiği kanıtın, kızın takipçileri olarak tanımladığı kişiler için çektiği bir video olduğunu ve eğer gerçekten hapsedilmiş olsaydı dünya ile iletişim kurabilecek araçlara nasıl sahip olduğu noktası dikkatinden kaçabiliyor. Bunu başka örnekler için ölçü olarak alabiliriz.

Bunun gibi bir dizi örnek, şu veya bu medya organında çalışan içerik yapımcısının uyarlamasına bağlı olarak ve çoğu da temenniler kapsamında küçültülüyor ya da büyütülüyor. Üstüne üstlük kendisini dışarıda yaşayan bir muhalif olarak tanıtan biri, başkalarının söylediği her şeyin tartışma hatta şüphe kabul etmez doğrular olduklarına inanan bir tutumla bu içeriklere önem atfedip, onları kullanarak olayları daha da büyütebiliyor. Takipçilerini, yaptığı eleştirilerin “güvenilir” kaynaklar tarafından da dillendirildiğine ikna etmek için herhangi bir yerde yayınlanan önemsiz veya tek taraflı yayın yapan bir gazeteyi referans olarak gösterebiliyor.

Körfez ülkelerini hedef alma kampanyasına katkıda bulunanların en az 3 gruba ayrıldıklarını düşünüyorum. Birinci grup, özellikle medya alanında çalışan ve Körfez ülkeleri hakkında bilgi eksikliği olanlardır. Bu kişiler söz konusu toplumlarla ilgili kortikal bilgilerini şekillendirirken amatörlerin yazdıklarına dayanıyorlar. Etik tutumlarını ne derinlemesine bir anlayış ne de karşılaştırmalı bir metodoloji olmadan oluşturuyorlar. Tutumlarını bilimsel hatta tarafsız olmayan ne bilimin ne de doğrunun onaylamadığı, yazarın kendi icadı olan fikirler içeren yazılara dayandırıyorlar. Bu kişiler gazete köşelerinde yazıp, tartışma programlarına katılıyorlar, hatta bazıları kendilerini uzman olarak tanıtacak kadar ileri gidiyorlar. Deneyimlerime dayanarak, Körfez bölgesinin belki de hakkında en çok yazılan ama en az şey bilinen bölge olduğunu söylemek istiyorum. Körfez toplumları petrolle bağlantılı değil, ondan önce de mevcutlardı ve ondan sonra da mevcut olacaklar. Birinci grup bu şekildeydi, ikinci gruba gelecek olursak, bu gruptan kişiler Körfez toplumlarının bütün bu zenginliği hak etmediklerini düşünürler. Bu zenginliğe “medeniler” ya da ünlü bir Arap yazarının dediği gibi “sarı toprak” değil “yeşil toprak” layıktır. Bu tutum, sanrısal bir üstünlük ve insani bilgi eksikliğine delalet ediyor. Bir yönüyle de bir tür ırkçı tutum ile uyumlu olabilir.  Üçüncü grup ise, var olan her şeyin kaldırılması ve değiştirilmesi gerektiğini ve alternatifin de İran’da olduğu gibi bir devrim deneyimi olduğunu düşünenlerden oluşuyor. Bu gruptakiler ile rasyonel bir tartışmaya girdiğinizde bir düşünce iflası yaşadıklarını görürsünüz. Her ne kadar bazıları kanatlarının Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’a kadar uzandığını söyleseler de İran da yaşananlar ve devrimin sonucu açıkça görülüyor; baskı, susturma, geri kalmışlık ve yıkılmış ülkeler. Karşılaştırma yapıldığında söz konusu projenin tek yaptığı, toplumları araçların sağlanması halinde on yıllar sürecek bir reform ve düzeltmeye muhtaç bırakan tahribattır.

Körfez ülkelerine yönelik kampanyaya katılan 3 grup bu şekildedir. Peki bu hedef alınmaya karşı tutumumuz ne olmalı? Bu dezenformasyon nasıl düzeltilebilir? Cevap şu; dünyanın bu bölgesinde yaşayanlar olarak bu, hepimizin ortak derdidir. Her şeyden önce medyayı temel olarak insanlara doğru ve şeffaf bilgiler sunmanın aracı olarak görmeliyiz. Medyamızın birçok kusuru var ve halen toplumun başarılarına yarardan çok zarar veren eski ekole bağlı. Ne vatansever şovenizm (göz kamaştırıcı başarı iddiası) artık inandırıcı ne de bilgiyi engellemek veya gizlemek bu çağa uygun bir uygulama değil. Çağımızda artık hiçbir şeyin gizli kalması mümkün değil. Maruz kaldığımız saldırının ve hedef alma kampanyasının acımasızlığını küçümsemek istemiyorum, zira arkasında birden fazla taraf bulunuyor. Mesela bunlardan biri de dinamik (siyasal) İslam ve var olduğu, organize ve birçok kaynağa sahip olduğu, bazıları bilmeden kendisine katkıda bulunduğu için zararlarını küçümsemek hiç akıllıca değil. Ayrıca önceki ve köklü kültürel oluşumlarından dolayı tek boyutlu fikirlerine sıkı sıkı tutunan ve modernizasyon projelerine karşı duran düşman güçler ile var olana zarar verme ve savaşma niyetlerini gizlemeyen dış güçler de var. Öte yandan kendisini en iyi “Twitter”, “Whatsapp” ve “Clubhouse” çağı olarak tanımlayabileceğimiz bir çağda yaşadığımıza dikkat etmeliyiz. Bu 3 uygulamada ulusal akıl yok ediliyor ve bireyler, örgütlü gruplar ve hatta devlet kurumları aktif bir şekilde bir dizi yanlış bilgi yayıyorlar. Bütün bunlar, kendilerine bilimsel metodoloji ve sorgulayıcı bir zihniyet kazandıracak, iyiyi kötüden ayırmaya yetecek belirli bir eğitim alamamalarından dolayı zayıf bilişsel bağışıklığa sahip birçok kişinin gözleri önünde yaşanıyor. İlgili Körfez kurumlarının konuyu ciddiye almaları gerekiyor, zira toplum içinde bazı kişilerin zihinlerinin ele geçirilmesi ve kontrol altına alınması, güvenlik ve istikrarı ihlal girişimlerinin ilk adımıdır.

Son olarak; Körfez bölgesini hedef alan kampanya özel bir ülkeye yönelik değil geneldir. Dolayısıyla evimizin içini düzenlemeli ve kendi aramızda uzlaşıyı sağlamalıyız. Bölünmenin, zayıflama ve ardından da ihlallere giriş kapısı araladığını bilmeliyiz.

* Muhammed Rumeyhi – Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi’nde Sosyoloji profesörü…

Şarku’l Avsat