Çin ve ABD Körfez’de

Riyad ve Körfez ülkelerindeki ortaklarının Tahran’ın yaptığı gibi Çin’i kucaklaması beklenmese de, ticari çıkarlar Suudi Arabistan’a ABD’nin etkisinden çıkarak daha fazla özgürlük alanı sağlayacak

İran, Çin ile ikili bir anlaşma imzaladığı için ülke içinde ve dışında eleştiriler ile karşı karşıya. Her ne kadar bunun sadece ikili başka bir anlaşma olduğunu söyleyerek meseleyi basitleştirmeye çalışsa da bunun gerçeği yansıtmadığı görülüyor. İran’ın neredeyse tüm petrol, doğalgaz, liman, tren, proje ve pazarları çeyrek asır boyunca Çin’e gitmiş oldu ve bunun karşılığında İran finansman, silah ve siyasi destek sözü verdi.

Bu ikili stratejik anlaşma, batılı ülkelerinin her zamankinden daha tehlikede olan çıkarlarına göre bölge ile ilgili stratejilerini yeniden gözden geçirmeye itecek.

Washington İran’ı kaybetti mi? İşin aslı bazı analistlerin söylediğinin aksine ABD, İran’a sahip olmadı ki kaybetsin. Bu, 40 yıllık evli bir çiftin boşanma davasına benziyor. Olan şey şu İran geçen hafta Çin ile iddialı anlaşmasını imzalayıncaya kadar, bunca yıl başka bir güçle sıkı bir ilişki içerisine girmemişti. Anlaşmanın başarılı olup olmayacağını söylemek için şu an çok erken.

İran’ı kaybeden ABD yönetimi değil. Washington’a sırtını dönüp böyle bir karar alan İran’ın kendisi. Washington’da devam eden tartışmada, İran rejimiyle uzlaşmayı ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı (KOEP) harekete geçirmeyi isteyenler kaybetti. Tabii radikal dinci bir rejimin liberal kapitalist bir rejimle anlaşamaması doğal.

Her halükarda İran doğuya doğru yelken açtı ve ABD’nin bölgedeki kayıplarını sadece Çin yüzünden değil, aynı zamanda ana müttefiklerine karşı izlediği sert politikaları yüzünden de telafi etmesi gerekiyor. ABD bölgemizde büyük bir sıkıntı içerisinde o da kendisine güvenilmemesi. Bölgesel müttefiklerini rakip haline getirdi. ABD Irak’taki geniş askeri varlığını sona erdirdiğinden beri kendi ülkesindeki petrolle yetinen bir devlet ve bir ihracatçı olarak ortaya çıkmasıyla birlikte bölgedeki çıkarlarının azaldığını gerekçe göstererek yavaş yavaş bölgeden çekilmeyi istediğini dile getiriyor. Ancak aynı zamanda, Çinli rakibinin Asya ve Afrika’daki genişlemesini de durdurmak istiyor. Washington, Pekin’i Güney ve Doğu Asya’da ana bir tehdit olarak görüyor.

Bununla birlikte Washington Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır gibi ülkelere karşı izlediği siyaset ve ABD değerleri adı altında bu ülkelerin içişlerine karışmaya devam etmesi neticesinde önemli müttefiklerini kaybediyor. Bunun dışında ABD artık Suudi Arabistan gibi petrol devletleri için önemli bir pazar değil ve yerini Çin’e bırakmış durumda. Suudi Arabistan, Çin için en büyük petrol kaynağı ve 2030’a kadar Çin’in petrol ithalatının 16 milyon varilin üzerine çıkmasıyla birlikte Suudi Arabistan’ın Çin pazarındaki payının artması bekleniyor.

Riyad ve Körfez ülkelerindeki ortaklarının Tahran’ın yaptığı gibi Çin’i kucaklaması beklenmese de, ticari çıkarlar Suudi Arabistan’a ABD’nin etkisinden çıkarak daha fazla özgürlük alanı sağlayacak. Geçtiğimiz hafta Çin Dışişleri Bakanı Körfez ülkelerinin ihtiyaçları dikkate alınarak hazırlanmış bir girişim sundu. Girişimin amacı İran’ı kazanmak ve Suudi Arabistan’a güven vermek. Buna göre Çin, iki taraf arasında Körfez bölgesinde barışı garanti ediyor.

Bunun aksine, ABD bölgesel müttefikleri ile ilişkilerini yönetme konusunda bir krizin içinden geçiyor ve bu ülkelerin içişlerine müdahale ederek onlarca yıl boyunca inşa ettiği önemli ilişkilerini kaybediyor. Bu, Çin projesinin bir İpek Yolu izleyeceği anlamına gelmiyor. İran’ın bölgedeki saldırgan davranışlarını kontrol altına almak, en azından ilişkinin ilk yıllarında kolay olmayacak. İran’ın dini liderinin askeri rejiminin doğası gereği İran, komşu ülkelerde çatışmalara girmeye devam edecek. İran’ın kendi içindeki davranışları, Çin pazarındaki devasa doğalgaz ve petrol satışı gelirlerini ve ticaret vaatlerini değiştirmeyecek. Böylece iç koşulları iyileştirmeye ve geliştirmeye odaklanacak. Bu yüzden kutuplar arasındaki çatışma dinamizminin içeride de devam edeceğini düşünüyorum.

Çin-İran anlaşmasında ideolojik olarak düşman olan iki ortak arasında bir ilişki var ancak bu, ABD’yi kuşatanlar olarak zorunlu bir ilişkiyi temsil ediyor. Çin’de iktidardaki Çin Komünist Partisi, inançlarını dayatmak ve dünyayla savaşmak isteyen uhrevi dini bir rejim olan İran’ın aksine, artık ideolojisini dünyaya ihraç etme arzusu duymayan dünyevi pragmatik bir rejim. Çin’in Kuşak ve Yol adlı girişimindeki ilişkiler konusunda hedefleri belli: Kaynaklar ve pazar. Bu nedenle Çin, İran rejimini korumak adına dünya karşısında İran rejimini desteklemek için çok şey yapmak zorunda kalacak. İran ne kadar sert ve sağlam görünürse görünsün, yönetim kurumlarındaki çatlaklar yüzünden büyük bir sıkıntı içerisinde.

*Abdurrahman Raşid-Suudi gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni