Abdullah Raddadi

Suudi Hükümeti’nin sözleşmeleri

Günümüz dünyasında birçok devlet, kendilerini diğerlerinden ayıran vasıflı iş gücü, donanımlı altyapı, gelişmiş bankacılık sistemi, düşük kurum vergisi veya güçlü iç talep gibi niteliklerini kullanarak yabancı yatırımcı çekmek için yarışıyor.

Suudi Hükümet’i şubat ayının ortasında, merkezi Suudi Arabistan’da olmayan şirketlerle yapacağı anlaşmaların yasalaşacağı yeni bir sisteme geçeceklerini bildirdi. Yeni yasaya göre bölge merkezleri Krallık dışında olan şirketler 2024’ten itibaren hükümet sözleşmelerine katılamayacak. Bu sistem, geçen ocak ayındaki yatırımın geleceğini konu edinen forumun akabinde 24 uluslararası şirketin bölge merkezlerini krallığa taşımak için anlaşmalar imzaladıkları hükümet tarafından duyurulduktan sonra yürürlüğe girdi. Görünüşe göre yeni sistem bazı medya kuruluşlarının hoşuna gitmemiş gibi. Zira bu kuruluşlar, “kol bükme politikası”, “havuç-sopa siyaseti” ve “komşu devletlerden otoriteyi alma girişimleri” gibi tabirler kullanarak sistemi geçerli küresel yönelimlere zıtmış gibi gösteriyorlar. Peki, Suudi Hükümeti günümüzde hükümet sözleşmeleri ve satın alımlarında dünyada geçerli olan yönelimlerden farklı bir tercih mi yaptı?

İlk olarak şunu açıklamak gerekir ki küresel çapta hükümet sözleşmeleri ve satın alımları, senede yaklaşık 11 trilyon dolar yani küresel gayri safi hasılanın yüzde 12’si kadar katkıda bulunan özel sektörü harekete geçiren en önemli faktörlerden biridir. Bu yüzden, OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkeleri için ortalama devlet satın alımlarıyla eşleşiyor. Devlet satın alımlarının gayrı safi milli hasılaya oranı ise minimum yüzde 5 (Meksika) ile maksimum yüzde 13 (Hollanda) arasında değişiyor. Bu oranlar sözleşmelerin ve hükümet satın alımlarının önemini ve bunların küresel ekonomiye etkilerini ve uluslararası büyük şirketler için ne anlama geldiğini gösteriyor. Sözleşmelerin ve hükümet satın alımlarının büyük şirketler için önemiyse küresel medya kuruluşlarının dikkatini Suudi Hükümeti’nin kararına yöneltmesindeki ana etkendir.

Küresel çaptaki bu önemin ardından Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD ) ve Birleşmiş Milletler gibi birçok uluslararası organizasyon devletlerin hedeflerine ulaşma aracı olarak hükümet sözleşme ve satın alımlarından faydalanmak için çeşitli yöntemler ve metotlar öneren birçok rapor ve tavsiye yayınladı. Tavsiyelerin çoğu hükümet satın alımlarında şirketlerdeki şeffaflığın artırılması, sosyal eşitliği ve yeniliği desteklemek ve çevreyi korumak için bir araç olarak kullanılması noktasında ortaktılar. OECD bunu, hükümetlerin sosyal, çevresel ve ekonomik zorlukların üstesinden gelmek için hükümet alımlarını bir kontrol aracı olarak kullanılması gerektiği şeklinde özetliyor. Araştırma yapanlar, dünyanın birçok ülkesinde hükümet alımlarında stratejik ekonomik ve çevresel planlarıyla uğraşan hükümet kurumlarının kurulduğunu görecekler. Özellikle çevresel açıdan bakıldığında, birçok Avrupa hükümetinin az önce bahsedilen küresel şirketlerin çoğunun katıldığı bir yönelim olan, hükümet sözleşmesi veren şirketlere çevresel şartlar koştuğu görülüyor. Devlet sözleşmeleri aynı zamanda özel sektörü hareketlendirmek, rekabeti artırmak ve araştırma geliştirme faaliyetlerini desteklemek suretiyle yenilik seviyesini yükseltmek için kullanılır.

Çoğu devlet bölgedeki araştırma ve geliştirme faaliyetlerini destekleyen yabancı şirketlere teşvik sağlıyor. Bu düzenlemeler hükümet alımlarının yabancı şirketler yerine yerel şirketlere tahsis edilmesini sağlıyor. Bunun sebebiyse devletlerin stratejik sektörler olarak nitelendirdiği bilişim teknolojileri ve gıda endüstrileri gibi sektörlerde yükselme sağlamak. Hükümetlerin devlet satın alımlarını, diğer devletlerle stratejik ortaklık kurmak için bir araç olarak veya birçok Batılı devletin yaptığı gibi siyasi baskı aracı olarak kullanması hiç de şaşırtıcı değil.

Günümüz dünyasında birçok devlet, kendilerini diğerlerinden ayıran vasıflı iş gücü, donanımlı altyapı, gelişmiş bankacılık sistemi, düşük kurum vergisi veya güçlü iç talep gibi niteliklerini kullanarak yabancı yatırımcı çekmek için yarışıyor. Durumun vardığı son nokta ise ABD’nin Çin düzenlemelerine yönelik eleştirilerine ve iki ülke arasındaki büyük kültür farkına rağmen Amerikan şirketlerinin Çin pazarına girmek için yarışmasıdır (ki bunlar yabancı şirket merkezlerinin krallığa taşınmaması için mazeret sayılıyor). Bir dizi çalışmada hükümet alımlarının yabancı yatırımcı çekme konusunda olumlu bir rolü olduğu sonucuna varılmış ve birçok uluslararası kuruluş yabancı yatırım çekmek amacıyla hükümet satın alımlarını geliştirmeyi tavsiye etmiştir.

Bütün bunlar Suudi hükümetinin kararının dünyanın birçok ülkesinde uygulanan yöntemden uzak olmadığını gösteriyor. Çünkü her devletin gelecek hedefleri ve siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel yönelimleri var. Devlet sözleşmeleriyse bu hedefleri gerçekleştirmek için en önemli araçlardan birisi. Suudi hükümetinin aldığı kararsa yabancı şirketleri krallıkta kalmaya teşvik etmektir. Bununla beraber bazıları devletin, Krallık’ta olmayan şirketleri hükümet satın alımlarından engellediğini düşünebilir. Ancak duruma Krallık’taki şirketlere öncelik verilmesi şeklinde bakılabilir ki bunda karşılıklı çıkar vardır. Ve bu da elbette hükümetin egemenlik hakkıdır. Özelikle hükümetin bunu özel sektörle anlaşma yapan yabancı şirketler için değil sadece devlet kurumları tarafından yapılan sözleşmeler için geçerli kıldığı göz önünde bulundurulmalıdır.

*Abdullah Raddadi -Suudi araştırmacı ve ekonomi uzmanı