Gassan Şerbil

Büyük katilin gözetiminde 20 yıl

‘Korkunç Ortadoğu’nun’ evlatlarından biriyseniz, 11 Eylül 2001 adlı büyük katilin gözetiminde tam 20 yıl geçirdiğinizi hissetmeniz normal. Sevgili okuyucum; biliyorum hiç kimse böyle bir acı tarihin hafızasında kalmasını istemez. Ancak bu kendimizi ya da kaderimizi onun kıvılcımlarından arındıramayacağımız bir gün.

Zaman yaşananların hararetini alır. Unutmaya doğru sevk etmek bu harareti azaltır. Ancak o korkunç gün halen direniyor. İlk vuruşta dullardan, yaslı olanlardan ve yetimlerden oluşan bir ordu doğurdu. Daha sonra çoğunlukla Ortadoğu olarak bilinen bu dikenli bölgedeki başkentlerde ve haritasında cesetlerden bir nehir oluşturdu. Herhangi bir devlet, bu saldırıların gürültüsünün kendisini, gündemini, korkularını, dost ve düşman haritasını etkilemediğini iddia edemez.

Cesetlerden oluşan nehirler ve daha fazlası… ABD ordusunun Taliban’ın kendi topraklarında ikamet eden faili teslim etmeye karşı çıkması ile herhangi bir bahane olmadan Afganistan’ın engebeli bölgelerine girmesini hayal etmek zordu. O korkunç günden sonra ABD’ye ait bir tankın, ABD imparatorluğunun gururu ciddi bir şekilde incinmeden Saddam Hüseyin’in heykelini Firdevs Meydanı’ndan söktüğünü hayal etmek de kolay değildi. Hakeza Saddam’ın cesedinin iyileşme sloganları ile darağacında sallandığını hayal etmek de… O gün, yaşanmasaydı var olmayacak bir ceset nehrine kapıyı ardına kadar açtı. Refik Hariri’nin, Muammer Kaddafi’nin, Ali Abdullah Salih’in, Ebu Bekir el-Bağdadi’nin ve Kasım Süleymani’nin cesetleri…

Sanki 11 Eylül saldırıları cehennemin kapılarını ardına kadar açmış gibiydi. Acımasız bir bombalama, soğukkanlı bir şekilde yapılan suikastlar, bomba yüklü yelekler, haklı ve haksız talepler ve gaddarlığın ezdiği masum insanlar…

İnsanlar adaletsizlikle savaşmak için karanlığa güveniyorlar. Böylece ortaya parçalanmış haritalar, silahlı ordular, destekçiler, milisler, toplu mezarlar ve iç ve dış bayraklara pay edilmiş nüfuz alanları çıkıyor.

11 Eylül Saldırıları’nın amacı, ABD’nin prestijine, gücüne ve başarısının sembollerine suikast düzenlemek ve Washington’ı Sovyetler Birliği’ni Afgan yolculuğu sırasında vurduğu gibi ölümcül bir kan kaybına sürüklemekti. Aynı zamanda amaç, Sovyetler Birliği’ne karşı gerçekleşen cihat deneyimini tekrarlama umuduyla Batı ile Arap ve İslam dünyası arasındaki temas hattını ateşe vermekti. Bu amaca ulaşılamadı. Nitekim İslam dünyasının önde gelen ülkeleri terörizm ve dünyayı aralarında yaşanması mümkün olmayan iki otağa bölme girişimleri karşısında direndi.

Diğer yandan ABD, intikam operasyonu sırasında Ortadoğu’daki tarihi dengelerin bozulmasına yol açan ölümcül hatalar yaptı. Basitçe söyleyecek olursak; 11 Eylül Saldırıları olmasaydı Irak’ı Saddam’sız göremezdik ve İranlı bir generalin dört Arap başkentini -Beyrut, Şam, Bağdat ve Sana- yönetmekten bahsettiğini duyamazdık.

O uzun günde yapılan saldırılar bölgesel ve uluslararası alanın birçok özelliğini değiştirdi. ABD iki zorlu ve maliyetli savaşa girdi. Bu, içinde bulunduğumuz yüzyılın doğumunun öncesinde Kremlin’e giren adama kartlarını düzenlemek, kontrolünü artırmak ve bıçaklarını bilemek için gereken zamanı verdi. ABD iki savaşa girmiş olmasaydı, Vladimir Putin’i Avrupa’yı birden fazla kez sarstıktan ve Akdeniz’e demir attıktan sonra şu anki pozisyonunda görmeyecektik. ABD’nin meşguliyeti, Rusya Devlet Başkanı’nın Suriye topraklarında İranlılar, Türkler ve İsraillilerle karışık bir dans düzenlemesine izin verdi.

Son 20 yılda Rusya için söylenenler, özellikle Çin Komünist Partisi kolektif liderlik sayfasını kapatan lideri Şi Cinping’e taç giydirdikten sonraki Çin için de aynı ölçüde söylenebilir. ABD sonu gelmeyen savaşlara trilyonlarca dolar harcarken Rusya da cephaneliğini onarıp rolünü geri kazanıyordu. Çin ise ‘dünyanın fabrikası’ olma vasfını elinde tutmaya devam ediyor ve İpek Yolu’nda ilerliyordu.

11 Eylül dünyası birçok kişinin kaderini etkiledi. O gün Kral 2. Abdullah’ın uçağı Washington’a gidiyordu. İçinde bulunduğumuz yüzyılın başlangıcından bir yıl önce yönetimi eline alan Kral 2. Abdullah, ülkesinin bu zorlu 20 yılı atlatmayı beklemiyordu. Ürdün, Filistin halkı ile kader çizgisinin birleşmesinden kaynaklanan köklü gerilimin yanı sıra Irak ve Suriye ateşi ile 20 yıldır bir arada yaşamaya çalışıyor. Adı ister El-Kaide olsun ister DEAŞ olsun, zaman zaman ülke sınırlarını yakan ateşleri de unutmamak gerek.

Beşşar Esed’in durumu da o uzun günün sonuçlarıyla bağlantılıydı. ABD güçlerinin Irak sınırına dayanması kendisini endişelendirmişti. Çünkü Esed, ABD’nin Bağdat’ta demokratik, Batı yanlısı bir hükümeti destekleme girişimini engellemek için İran’ın yanında yer almıştı. Hariri suikastından sonra ABD ateşinden ve Lübnan’dan çekilmenin etkilerinden kurtulmayı başaran Esed, yandaşlarının bağlılığı ve Rusya ile İran’ın desteği sayesinde hayatta kalmayı başarsa da Suriye içindeki büyük patlamayı engelleyemedi. 11 Eylül dünyasında Suriye oyuncuyken bir oyun sahasına dönüştü. Lübnan da asgari yaşam koşullarından yoksun bir enkaza dönüştü. New York ve Washington saldırılarından doğan dünya, Türkiye’nin rolünün büyüklüğünü ve Recep Tayyip Erdoğan’ın adımlarını gözle görülür bir biçimde etkiledi.

ABD savaşları, tehlikeleri ve maliyetleriyle 11 Eylül dünyasında yaşamaktan yoruldu mu? O çetin haritaların közlerini çocuklarının ve komşularının ellerine bırakmaya mı karar verdi? Belki de artık kendisine benzeyen bir ülke kuracak ne isteği ne de gücü kaldı. ABD radikalizm reaktörünün radyasyonu Rusya ve Çin’i kendisinden daha fazla vurabiliyorken geri çekildiğinde bu radyasyondan uzak kalacağını mı sanıyor?

11 Eylül adlı bir katilin gözetiminde yaşamanın maliyeti say say bitmez. 11 Eylül, verdiği zararın boyutu ve kurban sayısı açısından başka hiçbir günle rekabet edemeyecek kadar maliyetli bir gün. Sadece yeni tip koronavirüs (Kovid-19) ‘iki işgale sebep olan o günün’ büyük katilini tahtından etmeye doğru ilerliyor.

*Gassan Şerbil -Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni

Şarku’l Avsat