Sudan’da şiddete rağmen barışçıl çözüme yer var mı?

Sudan’da hükümetin, yerine getirmesi gereken görevleri olduğuna ve bunları geçiş dönemi sonrasına ertelememesi gerektiğine kanaat getirmesini gerekiyor.

Eski rejime karşı Aralık 2018 devriminin, önceki protestoları bastırma geleneğinde olduğu gibi daha şiddetli bir karşılık bulması bekleniyordu. Zira 30 yıl boyunca genişletilen otoriteden kolay kolay vazgeçilemeyeceği öngörülüyordu. Durum, beklendiği üzere aşırı şiddete yükseldi ve gerisinde yüzlerce kurban, yaralı ve kayıp bıraktı.

Ancak geçiş hükümeti altında devam edildi. Bu durumun, her zaman bir açıklamaya ihtiyacı var. Devletin güç ve şiddet tekeline sahip olduğunu varsayarsak geçiş hükümeti, bir yanda siyasi güçler, diğer yanda bu güçler ve halk arasında “demokrasi ve barış içinde bir arada yaşama geçişin” ortasına koyuldu.

Geçiş döneminin sonuna yaklaşırken, ilk aşamada başarısızlık yaşanmış olabilir. Mevcut şartlar değişmedikçe de bir sonraki ve son dönemde de başarısızlık yaşanması mümkün.

Başarısızlık, yalnızca halkın arzularına ulaşılmasında değil, askeri ve sivil bileşenlerin belirli bir süre için anlaşamamasında da görüldü. Mevcut şiddetin bazı sebeplerinin kökleri, Sudan devletine dayanıyor olmasına rağmen geçiş hükümeti de bu şiddetin tırmanmasına katkı sağladı.

Başbakan Abdullah Hamduk’un geçen pazar günü sunduğu istifa, Sudanlıları “Başbakanın azil süresinin sona ermesinin ardından siyasi bir anlaşma uyarınca görevine iade edilmesiyle” aştıklarını sandıkları karanlık noktaya geri getirdi. Bir hükümet kurmayı başaramamış olsa da varlığı, sokakların yalnız olmadığına dair az bir güvence veren sivil bir hükümetin siyasi bir sembolizmiydi. Hamduk’un ayrılış konuşmasındaki “Sudan’da demokrasiye siyasi geçiş için yeni bir anlaşmaya varma yolunda diyalog masasına oturma” çağrısıyla durum daha da karanlıklaşıyor. Bu da bizi, çatışmanın aynı diyalog ilkesi üzerinde uzlaşı sağlanan başlangıç ​​noktasına geri getiriyor.

Umut dağıldı

Sudan devriminin eski rejimden kurtulmayı başardığı, ancak devrim sonrası döneme tam olarak hazırlanmadan hedeflerini gerçekleştirmeye devam ettiği bir dönemde tüm kazanımlar, tek bir hedef üzerinde toplandı; Ömer el-Beşir’i devirmek. Bu ise beklenmedik bir zamanda elde edildi. Devrimci güçlerin sadece Beşir ve hükümetini değil bir bütün olarak rejimi devirme gerekliliğine odaklanması nedeniyle ise diğer hedefler donduruldu. Yeni bir rejimin sağlam temellere oturtulması için 30 Haziran darbesinin etkilerinin ortadan kaldırılması konusunda ciddi endişeler vardı.

Devrimin bu ilk döneminde askeri bileşen, yönetimdeki ortağının hareketleri, iki bileşenin üyeleri arasında artan güvensizlik ve medya alışverişi konusunda da endişeliydi ve konseyin, sözde birliğinin sırtını büken saman oldu.

Geçiş hükümeti, geçiş aşamasının adımlarının tüm gruplarının askeri ve sivil bileşenleri ve diğer siyasi partiler arasında, üzerinde anlaşmaya varılan belirli demokratik mekanizmalar geliştirmeyi başaramadı. Ve siyaset sahnesine öyle ya da böyle yansıyan, eleştiriden şiddetli çatışmalara dönüşen mücadele süreçlerini hızlandırdı.

İstifa eden Başbakan Abdullah Hamduk’un varlığı, askeri konseyin hükümetteki varlığını reddetmeleri sonucunda isyancılar ile düzenli güçler arasında kısa bir süreliğine tampon görevi görse de Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) bileşenleri arasındaki içsel farklılıklar ile otorite dışındaki güçler ve taraflar arasındaki farklılıklar, sivil bir hükümete ulaşma umudunu kırdı.

Burada şunu belirtmek gerekiyor ki bu güçler, sokağı temsil eden ideal modeller değildi. Ancak bu güçlerin ve Hamduk’un varlığında, ordunun iktidarı tamamen kontrol etmesi korkularını ortadan kaldıran bir sivil semboldü.

Egemenlik Konseyi’ndeki sivil güçlerden hoşnut kalınmadığı göz önüne alındığında bu durum, devrim hedefleri hesaba katılmadan vatandaşları askeri güçlerin okları altına sokmamalıdır. Aksine vatandaşlar, hala geçiş döneminin zorluklarıyla karşı karşıyalar.

Anlaşmazlık noktası

Sivil ve askeri bileşenler arasındaki anlaşmazlık noktalarından biri de toplumsal bir kurum olarak devlet kavramında özetlenebilir. Bu devletin temel işlevi ise farklı siyasi ve etnik oluşumlar arasında barış içinde bir arada yaşamayı güvence altına alan toplumsal ve siyasi değişimi sağlamaktır. Sivil bileşen, bu temel işlevi talep ederken, silahlı hareketlerin hükümet içindeki ‘Devrimci Cephe’ye dahil edilmesi sürecine sponsor oldu. Askeri bileşen de yetkisini ‘ortağına ve yetkisi olmayan halka’ dayatma eğilimindeydi.

Bu farklı gruplar, tek bir siyasi grup ve tek bir merkezi otorite altında birleşmiş olsa da Sudan siyasi tarihine göre şiddetin sebeplerinden biri olarak kabul ediliyor. ÖDBG, devletin siyasi otoritesinin bu şekilde genişletilmesine veya yukarıda belirtilen amaçlar için meşru ve caiz olarak kabul edilmesine başlangıçta itiraz etmemiştir.

Son dönemde olağanüstü hâl yasasının yeniden yürürlüğe girmesiyle yetkilerini genişleten ordu, polis ve güvenlik güçleri gibi baskıcı organlarının da yardımıyla mevcut iktidar, barışçıl göstericilere karşı şiddet uygulamıştır. Ve bu eylemleri ‘devleti ve kurumlarını koruma hakkı olduğu’ gerekçesiyle meşrulaştırmıştır. Onu, bu zorlayıcı yöntemleri kullanmaya teşvik eden şey ise değiştirilmesi önerilen yasaların tamamının bozulması veya birçoğunun cezasız kalması nedeniyle, düzenli kuvvetlerin cezalandırılmasını sağlayan mevzuatın etkinleştirilmemesidir.

Bu güçler, kendilerini halkın temsilcileri ve birleşik liderliğe bir alternatif olarak gördüler. Ancak geçiş hükümetine karşı çıkan tüm uyumlu taraflar arasında birleşik bir şemsiye olarak görülmediler. Ayrıca üyelerinin pozisyonlarına bağlılığı nedeniyle halk desteğini çok hızlı bir şekilde kaybetmeyi başardı ve Egemenlik Konseyi’ne yöneltilen eleştirilerden payını aldı.

Şiddetin sebepleri

Düzenli güçlerin haksız ve baskıcı uygulamaları ve barışçıl protestoları bastırmak için aşırı şiddet kullanımı büyük bir bıkkınlık yarattı ve devrim halinin devam etmesini teşvik etti. Bu uygulamalara siyasi yetersizlik, kötü yönetim ve sivil bileşenin siyasi deneyim eksikliği de eşlik ediyor. Zayıf siyasi entegrasyon süreçlerine ek olarak, siyasi güçler uyumsuzluk halinde ve tek bir hükümet olmak için gerekli çeşitlilik teşvik edilmedi. Aksine Egemenlik Konseyi içerisinde hükümet ve muhalefetin rollerini birlikte oynuyordu.

İdeoloji, eski rejim döneminde siyasi şiddetin yayılmasında önemli bir rol oynarken, geçiş hükümetinin liberal güçler ile devlete karşı bir mücadele yürütmek amacıyla belirli nedenlerle insanları harekete geçiren diğer unsurlar arasında bölündüğünü görüyoruz. Bu duruma, daha fazla mücadele için güç ve şiddet uygulanmasını kutlayarak kurbanların yüceltilmesi eşlik ediyor. Bir yandan da devlet şiddetine karşı şiddete başvurdukları gerekçesi ile düzenli kuvvetlerin bazı üyelerini hedef alarak aşırı bir çatışma çağrısında bulunuluyor.

Bir başka neden ise başkent Hartum’daki gösterilerin Darfur, Nuba Dağları bölgesi ve Doğu Sudan da dahil olmak üzere farklı bölgelerdeki diğer gösterilerle birleşmesi olarak ortaya çıkıyor. Sivil bileşen, bu durumu Hartum’da yaşananlarla bağlantılı olarak tasvir etmeye çalıştı. Ancak bu bölgelerin, sözde ‘ayrılıkçı şiddete’ dahil edilebilecek başka protesto nedenleri de var. Ancak özellikle geçiş hükümetiyle Kapsamlı Barış Anlaşması’nı imzalamayı kabul etmeyen silahlı hareketlerin güvensizliğinde ve faaliyetlerinde verimli bir zemin buldu. Diğer bir sebep de keskin bir kutuplaşma ve bağımsız siyasi görüş ayırma süreçlerinin ortaya çıkması nedeniyle siyasi sadakat silahının, ‘Benimle olmayan bana karşıdır’ şeklindeki sabit siyasi önsöze göre kullanılmasıdır.

Diğer şiddet şekilleri

Gelecek dönem, anayasal ifade araçlarının, hakların korunmasının ve yasalara başvurmanın yokluğunda, farklı elit gruplar arasındaki siyasi çatışmalarda temsil edilen diğer şiddet şekillerinin ortaya çıkmasına tanık olabilir. Aynı şekilde protestolar devam ederken, bu eylemler yetkililerin şiddetine tepki olarak ise barışçıldan şiddete dönüşüyor. Bu durumda hayatta kalan olmayacak.

Protestolar, şimdiden farklı direniş şekilleri almaya başladı, altyapıya ve devlet tesislerine büyük zarar verdi, bireylere saldırılara, vatandaşları yağmalamaya ve terörize etmeye dönüştü. Sudan toplumunda sosyo- dini bir değişimin yaşandığı inancıyla, mevcut durumu reddedici ideolojik temellere dayalı noktalar da dahil, çeşitli terör hareketleri de üreyebilir.

Bu söylem, devrimin başlangıcından itibaren başladı ve şu anda da devam ediyor. Bu hedefe ulaşmak için birleşen radikal İslamcı grupların koalisyonuyla güçlendirilmesi de planlanabilir. Ayrıca hükümetin liberal yolunun ‘Sudan’ı uluslararası kapitalizm taleplerine, Batı’nın ülke işlerine müdahalesine ve Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi uluslararası finans kuruluşlarına boyun eğmeye götüreceğine’ inanan komünist eğilime dayalı başka bir ideolojik hareket daha var. Bu eğilim, bu yönde sloganlar taşıyan pankartlarla göstericiler arasında aktiftir ve aktif hareketlerden şiddet hareketlerine dönüşmesi için de yer vardır.

Ordu, artık güç ve otoriteyi kontrol ediyor, sivillere karşı şiddet uyguluyor. Öyle ki işler tersine dönerse ve askeri yapılanma dış baskılara maruz kalırsa, bir askeri devrim durumuna tanık olabiliriz. Bu olasılığa, Cuba Barış Anlaşması’nda öngörülen birleşme kararından önce geniş yetki talebini sürdüren isyancı silahlı hareketlerin kuruma entegre edilmesinin yanı sıra, askeri kurumun içinde yetki ve ayrıcalıklarla ilgili sorunların varlığı hizmet etmektedir. Bu durum ise iç çatışmadan herkese karşı bir devrime dönüşebilir. Mevcut durum ve şiddet kullanımının devam etmesi, Darfur ve Nuba Dağları bölgesinde savaşın devam etmesiyle tehdit ediyor.

Orta yollu çözümler

Mevcut durum çerçevesinde aklın sesini güçlendirme ve radikal çözümler bulma çağrısı, başlı başına bir gerçekçilik dışı gibi görünüyor. Ancak Sudan’ın krizlerini temelden çözmeyecek bir tür barışçıl çözümler yaratmak ve sağlamak için her zaman bir orta alan var. Ancak bu barışçıl çözümler, durumu sakinleştirmeye ve tırmanmamasını sağlamaya, hoşnutsuzluk, tıkanıklık ve genel hayal kırıklığı durumunu ortadan kaldırmaya ve diğer bölgelerdeki etnik huzursuzluğun yoğunluğunu hafifletmeye katkıda bulunacaktır. Ayrıca bu kritik aşamadaki siyasi katılım, gençleri ‘siyasi ve toplumsal çoğunluğu sağlayacak’ bir sonraki hükümetin parçası olmaya da yöneltebilir. Bunların yanı sıra hesap verebilirliği ve şeffaflığı sağlamak için üç otoritenin (yürütme, yasama ve yargı) ayrılığı ve devrim yıllarında cinayetlere ilişkin soruşturmaların sonuçları üzerinde çalışılması da gündeme gelebilir. Bu soruşturmaların başında, Silahlı Kuvvetler Genel Komutanlığı önündeki oturma eylemi olaylarıyla ilgili soruşturmalar geliyor.

Bu çözümler, hükümetin ‘yerine getirmesi gereken görevleri olduğuna ve bunları geçiş dönemi sonrasına ertelemeyeceğine’ inanmasını gerektiriyor. Hem sivil hem de askeri geçiş hükümetinin siyasi pratiğinden açıkça anlaşılan şey, geçiş dönemini bozan bir zaman köprüsü olarak görülmeleridir. Nitekim iki taraf da vatandaşlara karşı herhangi bir yükümlülük altına girmeden bu köprüyü geçmek istiyor.

Şarku’l Avsat