Kuveyt girişiminin Lübnan’daki muhatabı kim?

Aklı başında herhangi bir kişi, ne olursa olsun herhangi bir girişim olmadan, Lübnan’ın hayata dönebileceğine ve çöküşten kurtarılabileceğine inanmaz. Silah sadece devletin elinde olmadıkça bu olamaz. Ancak bir diğer gerçek şu ki, Lübnan halkının gerçek dostları ne kadar aptalca hakaretlere uğrasalar da umutsuzluğa kapılmayacaklardır!

Kuveyt Dışişleri Bakanı Şeyh Ahmed el-Nasır Beyrut’ta Lübnan medyasıyla yaptığı görüşmede, Lübnan makamlarına sunulan öneriler belgesinin Kuveyt, Körfez, Arap ve uluslararası toplumun ortak belgesi olduğunu ve bunun ötesine geçmediğini açıkça belirtti. Öneri maddeleri hakkında medyaya sızdırılanlar çoğunlukla doğru ya da yanlış olabilecek varsayımlardır. Lübnan’ın küresel olarak sahip olduğu önem ve çevresinin öncülüğüyle tanınan bir Arap halkı olan Lübnanlıların durumunun hızla kötüleşmesinden duyduğu korku sebebiyle Arap ve uluslararası medyanın, bakanın ziyaretini ele alması çok doğal. Ne var ki bazıları, kötüleme kertesine varacak kadar eleştirmek için önerilerden duymak istedikleri sonucu çıkarttılar. Eleştirmek onların hakkı, ancak bu son derece önyargılı bir şekilde kullanılan bir haktır.

Lübnan’da üç ana ve mezhepler arası siyasi yönelim bulunuyor. Birincisi, Hizbullah ve Avn’cı hareketle ittifakından doğan seçkinler, bazı Hristiyan hatta Sünni Müslüman ve Dürzi kesimlerdir. Bu ilk akıma bir isim vermek istiyorsak, Cibran Basil’in birkaç hafta önce bir Kuveyt gazetesi ile röportajında kullandığı “muzaffer projesi” tanımlamasını kullanmak daha doğru olur! Evet, aynı Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi’nin propagandasını yaptıkları hayali “muzaffer proje” gibi! Neyse, Avn akımının başkanının hayalini bozmayıp verdiği ada dokunmayalım.

İkinci yönelim, çoğunlukla Sünnilerden oluşuyor ve onların yanı sıra büyük ve geniş bir Hristiyan ve Dürzi kesim ile bilinçli Şii seçkinleri içeriyor. Bu akım, “muzaffer proje”nin karşıtı ve Lübnan’ı bütünüyle yıkıma ya da cehenneme götüren şeyin bu proje olduğuna inanıyor. Lübnan’ı yoksullaştırdığına, doğal Arap çevresinden kopardığına, para birimini çökerttiğine ve Lübnanlıların çoğunu yoksulluk sınırının altında ve tamamen karanlıkta bıraktığına inanıyor. Bu nedenle, bu ikinci yönelim, birinci akımın dayattığı her şeye karşı çıkıyor.

Çitin üzerinde oturan olarak nitelendirilebilecek olan üçüncü akıma gelince, kötüleşen durumu biliyor ve çıkışı yok gibi görünen bu tünelden çıkmak için hangi yolu seçeceği konusunda tereddütlü.

Kuveyt Dışişleri Bakanı’nın sunduğu öneriler ikinci ve üçüncü akımlara hitap ediyor. Birinci akıma ve özellikle de liderlerine, sözcülerine ve onun yolundan gidenlere, yani “muzaffer projeye” gelince, onlar gerçeğe döndürülmeleri imkânsız olan bir inkâr vadisindeler. Girişim onları gafil avladığından, ikinci ve üçüncü akımların ona katılmasını engellemek için medyada girişimin amaçlarını en kötü ibarelerle çarpıtmaya başladılar. Bazıları, Arapların ve özellikle de Körfezlilerin Lübnanlıların sıkı sıkıya bağlı olduğu ifade özgürlüğünü engellemek istediğini söylediler. Tabii ki bu bir çarpıtma ama doğru olduğunu kabul edelim, bu durumda basit bir soruya cevap verebilirler mi; Muhammed Şath, Cibran Tuveyni ve Lokman Salim, “muzaffer projenin sahiplerinden bazıları” tarafından işlenen uzun bir suikast silsilesinin halkalarından biri değil mi? Bu isimlerden hiçbiri silah taşımadı, kimseye saldırmadı, sadece ülkelerinde “ifade özgürlüğü” olduğuna inandıkları hakkı kullandılar. Ama patlamaların ve susturucuların özgürlüğüyle sonsuza kadar susturuldular! İfade özgürlüğü bunun neresinde ey “muzaffer” projenin sahipleri? Sadece geçmişte değil, sonrasında da herkes biliyor ki, sözleriyle “her kim çizginin dışına çıkarsa” ölümle karşılaşacaktır! Lütfen bize “ifade özgürlüğü” sloganları satmayın, çünkü sizin sunduğunuz alan en iyi “öldürme ve susturma özgürlüğü” şeklinde tanımlanabilir.

Öte yandan medyada Körfez ülkelerinin Lübnan’a karıştıklarından da bahsedildi. Acaba kim kimin işine karışıyor? Herhangi bir Körfez ülkesi Lübnan’a uyuşturucu gönderdi mi? Ama bunun aksi gerçekleşti, bazı muzaffer proje mensuplarının Körfez ülkelerine gönderdikleri mal sevkiyatlarında kaç kere uyuşturucu ele geçirildi. Fakat dünya bunun aksini, yani Körfez ülkelerinin Lübnan’a sevkiyatlarında uyuşturucu ele geçirildiğini hiç duymadı. Kaç muzaffer proje sahibi, Körfez ülkelerine patlayıcılar gönderdi ve vatanlarını sabote etmeleri için Körfez vatandaşlarını eğitti, buna karşılık dünya tek bir Körfez ülkesinin Lübnanlıları ülkelerini sabote etmeleri için eğittiğini duymadık! Üstüne üstlük Yemenlilere baskı yapan ve zulmeden gerici projenin sahibi Husilere katılan ve Körfez ülkelerini hedef alan SİHA’ları gönderenler de onlardan başkası değil!  Hal böyleyken “muzaffer projenin” bazı destekçilerinin çıkıp Körfez halklarının taleplerinden vazgeçmesi gerektiğini söylemesi epey komik. Körfez, Arap ve uluslararası düzeylerde Lübnan’dan istenen nedir? Basitçe Lübnan’dan istenen, Lübnanlıların onur ve barış içinde, bugün ailelerinin günlük geçimlerini sağlayamayan işsizlerin büyük bir bölümüne iş fırsatı sağlayan gelişen bir ekonomide yaşamalarıdır. Bundan ne eksik ne de fazla. Lübnan’dan istenen bir diğer şey, “kötülüğü durdurmaktır.” Zira Beyrut’ta “minnet yapmadan” tamamen BAE tarafından finanse edilen bir hastanenin açılışının duyurulduğu bir zamanda, muzaffer proje mensuplarından bazıları BAE’deki sivil bölgeleri hedef almaları için SİHA’lar gönderiyordu.

Tabii ki, muzaffer proje grubuyla tartışmanın bir yararı yok, bu nedenle girişim veya öneriler, tüm tahminlere göre Lübnan halkının çoğunluğunu oluşturan ikinci ve üçüncü gruplara hitap ediyor. Mesajı da kısaca şu, size yardım etmemiz için kendinize yardım edin.

Saad Hariri’nin “siyasi faaliyetini askıya alma ve yaklaşan seçimlere katılmama” açıklaması nihayet gerçekle uzlaşmadır. Kötülüğün borazanları, bunu dış baskı gibi yorumlarla istedikleri yönlere çekeceklerdir. Ancak Hariri’nin bu kararının asıl motivasyonu, Lübnanlıların acılarına samimi bir yanıt vermektir. Zira yaklaşan seçimler, Tahran’daki seçim adaylarını eleme odasına benzer odalar aracılığıyla yalnızca “muzaffer proje” sahiplerinin empoze ettikleri (ne de olsa destekçiler liderlerine benzer) sonucu üretecektir. Dolayısıyla muzaffer proje ekibinden adaylar seçime hazırlar. Bu nedenle seçimlere resmen katılarak dikkatleri sorunun özünden uzaklaştırmak, Lübnanlılar ve tarihin yanı sıra kendi kendini aldatmadır. Açıklamalarına göre,”100 bin savaşçısı” olan, İran tarafından silah, teçhizat ve para ile finanse edilen bir grup ile kırılgan bir devlet ve ölümle tehdit edilen politikacılar arasındaki güç dengesi eşit değildir!

Aklı başında herhangi bir kişi, ne olursa olsun herhangi bir girişim olmadan, Lübnan’ın hayata dönebileceğine ve çöküşten kurtarılabileceğine inanmaz. Silah sadece devletin elinde olmadıkça bu olamaz. Ancak bir diğer gerçek şu ki, Lübnan halkının gerçek dostları ne kadar aptalca hakaretlere uğrasalar da umutsuzluğa kapılmayacaklardır!

Son söz; kim Hizbullah’ın ve ona destek veren bölge ülkelerinin Filistin topraklarının bir kilometresini dahi kurtarabileceğine inanıyorsa aklını kontrol ettirsin. Hizbullah bunu yapmayacak, çünkü onun projesi tüm Lübnanlıları köleleştirmektir!

*Muhammed Rumeyhi- Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi’nde Sosyoloji profesörü…