Husiler, İran rejiminin dayanağıdır

İran’ın Husi hareketine olan ilgisi, büyük bir insan stoku olarak Yemen nüfusunun demografik ağırlığından ve insani kayıplara aldırış edilmeyen meydan okumasından kaynaklanıyor ki İran da Irak’a karşı savaşı sırasında ‘şehitlik’ için insanları cepheye göndermekten geri durmuyordu.

Dünya, nadir konularda fikir birliği içinde olur. Gerek ülkeler gerekse de Birleşmiş Milletler, Arap Birliği ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) gibi kuruluşlarıyla dünya, Suudi Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde devam eden saldırıları ve Abu Dabi’ye yönelik son Husi saldırılarını kınarken, bu olaylar karşısında sessiz kalan ve hiçbir şekilde kınamayan tek bir taraf var ki o da İran’dır. Böylece İran ile Husi hareketi arasındaki organik bağ bir kez daha ortaya çıkıyor.

İki taraf arasındaki bu ilişki, bağları ve hedefleri açısından İran’ı Hizbullah ve Irak’taki birtakım oluşumlarla birbirine bağlayan ilişkiyi aşıyor. İran’ın Husi hareketiyle olan bu özel ilişkisinin coğrafi ve demografik bazı unsurlarının yanı sıra Yemen krizinin taraflarının doğası ve dünyanın büyük güçleriyle ilişkilerinin niteliği gibi bir dizi faktörden kaynaklanmaktadır.

Coğrafi olarak Babu’l Mendeb, Arap Denizi ve Hint Okyanusu’na uzanan stratejik konumunun yanı sıra rezerv hacmi ve petrol üretim düzeyine sahip büyük petrol ülkelerine yakınlığı, küresel ölçekte Yemen’i, gelişmiş ülkelerin ekonomilerini ilgilendiren bir konuma taşıyor. Bu nedenle, 1990’larda Kuveyt’in Saddam Hüseyin tarafından işgal edilmesi ve ilhak edilmesi sırasında ABD ve müttefikleri duruma müdahale ettiler. Oysa Vietnam Savaşı’ndan sonra Latin ve Orta Amerika’daki arka bahçeleri dışında askeri operasyon yürütmeme kararı almışlardı.

İran’ın Husilere sınırsız desteği aynı zamanda, Babu’l Mendeb Boğazı’nın kontrolünü doğrudan ya da dolaylı olarak elinde bulundurmasına katkı sağladığı inancından kaynaklanıyor. Böylece Hürmüz Boğazı üzerindeki kontrolü ile petrol ticareti ve küresel deniz trafiği için en önemli su yollarını kontrol edeceği araçlara sahip oluyor ve Kızıldeniz’in güvenliğini tehdit ediyor. Ayrıca bu plan dahilinde Husilere olan güveninin bir başka dayanağı daha var ki o da Yemen krizinin gelecekteki herhangi bir siyasi çözümünde Husilerin bir yeri olacağına olan inancıdır.

İran’ın Husi hareketine olan ilgisi, büyük bir insan stoku olarak Yemen nüfusunun demografik ağırlığından ve insani kayıplara aldırış edilmeyen meydan okumasından kaynaklanıyor ki İran da Irak’a karşı savaşı sırasında ‘şehitlik’ için insanları cepheye göndermekten geri durmuyordu. Ayrıca Sana’daki vatandaşların genel bilgisizlik seviyesi, onları siyasi hedeflere ulaşmak için harekete geçirmesini, silahlandırmasını ve muhaliflerine karşı olan savaşında yakıt olarak kullanmasını kolaylaştırıyor. Karşımızda binlerce kişinin Salih’in hayatı için sloganlarla sokaklara çıktığı ve ardından yol açtığı sefalet ve yıkıma rağmen aynı kitlelerin Husiler için tezahürat yaptığı siyasi bir seviye var. Bu dikkatleri çeken bir paradoks ve fark var. Bu fark, bilinç ve kültür düzeyiyle sokaklara dökülen Sudan halkı ile Husilerin meşru yönetimi devirdiği sırada takındığı tutumla Sana’daki halk arasındaki farktır. Salih rejiminin cehaleti sürdürme metodolojisi nedeniyle bu kitleler mazur görülebilir, fakat asıl şaşırtıcı olan siyasi elitin yanı sıra siyasi partilerin de Husi darbesinin yanında yer almasıdır.

Yemen’deki krizin taraflarının, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Arap Koalisyonu’na liderlik eden Suudi Arabistan Krallığı tarafından temsil edildiğine şüphe yok. Bu ikili, Batı ülkelerinden büyük güçlerin yanı sıra Rusya ve Çin gibi diğer kamptaki ülkelerle de olan siyasi ve ekonomik ilişkileri nedeniyle İran nükleer dosyasında da bir tarafı temsil etmektedir. Tüm bunlar, Yemen ve bölgedeki tansiyonun yükselmesi karşısında nasıl bir tavır takınacağımız sorusunu gündeme getiriyor. İran’ın nükleer dosyasına öncelik verilip Viyana’daki müzakereleri olumsuz şekilde etkileyebilecek bir karşı tutumdan kaçınılacak mı yoksa her zamanki gibi Güvenlik Konseyi’nin kararları ve açıklamaları alışılageldiği haliyle (istisnai durumlar haricinde) onaylanacak mı?

İran nükleer dosyası ve Viyana süreciyle ilgili olarak P5+1 ülkelerinin birinci ve ikinci rotaları takip etmeleri muhtemeldir. Yani, Güvenlik Konseyi’nde son Husi saldırılarını kınayacaklar ve Husilerin bu kadar hassas bir saldırı düzenleyemeyecekleri gerçeğini görmezden geleceklerdir. İranlılara yönelik herhangi bir eleştiri ve kınama, onları Husilerin provokasyonlarından sorumlu tutmak istedikleri anlamına gelir. Oysa İran, Viyana’da tartışılmaya devam eden nükleer dosya ile bölgeye müdahalesi ve füze programları hakkındaki diğer dosyayı ayırmakta ısrar ediyor.

Bazı gözlemciler, Husilerin insansız hava araçları ve füzelerle düzenledikleri saldırıları İran’ın belirlediğine ve onların İran’ın direktiflerini yerine getirmek dışında bir rolü olmadığına dikkati çekiyorlar.

Husilerin BAE’ye yönelik saldırısına paralel olarak Suudi savunması, Zahran’ın güneyine fırlatılan bir balistik füzeyi imha etti. Koalisyon, Yemen’in el-Cevf ilinde bir fırlatma rampasının imha edildiğini duyurdu. Bu, Husilerin Cizan’daki sanayi bölgesini hedef almasından sadece bir gün sonra gerçekleşti. Suudi Arabistan, Husi milislerinin süregelen bu saldırılarının uluslararası toplum için bir meydan okuma ve bölgenin güvenliği ve istikrarı için bir tehdit olduğu konusunda uyarıda bulundu. Güvenlik Konseyi başta olmak üzere uluslararası toplumu, uluslararası barış ve güvenliği koruyacak şekilde bu düşmanca davranışa son vermek için acilen harekete geçmeye çağırdı.

Körfez İşbirliği Konseyi’nden bazı ülkelerin yanı sıra Mısır ve Ürdün saldırıları kınadı. Suudi Arabistan ve BAE’nin yanında olduklarını ifade ederek, onlarla birlikte halklarının güvenliğini tehdit edenlerin karşısında olduklarını vurguladılar. Yemen Dışişleri Bakanlığı, Husilerin Suudi Arabistan ve BAE’ye balistik füzeler ve insansız hava araçlarıyla saldırılarına devam etmesini kınadı. Husilerin bu terör saldırılarıyla uluslararası toplumu hafife aldığını ve bölgenin güvenlik ve istikrarına yönelik bir tehdit oluşturduğunu gösterdiğini vurguladı. Ayrıca Yemen’de ve bölgede güvenlik ve istikrarın yeniden sağlanması için uluslararası toplumu, sorumluluk almaya ve Husi hareketini terör örgütleri listesine dahil etmeye çağırdı.

Sonuç olarak Husi hareketinin, -İran’ın elinde bir araç olarak- saldırıların zararlarını görmezden geldiği, daha doğrusu umursamadığı, hatta İran’ın talimatlarını uygulayarak gerilimi tırmandırma amacında olduğu açık bir şekilde görülmektedir.

Şarku’l Avsat